psikolojik danışmanlık ve rehberlik
  Beyin
 


BEYİN HAKKINDA HERŞEY...


Beyne İlk Kez Duyma Protezi Takıldı
 
 
Duyma yetisinden yoksun iki ABD’li kadına tıp tarihinde ilk kez beyin sapına protez yerleştirilmesi gibi son derece çekinceli bir yöntem uygulandı. Beyne yerleştirilen aygıtlar doğrudan sinirleri devinime geçirmek suretiyle kişinin yeniden duyabilmesini sağlıyor.
Daha önceleri işitme yetisinden yoksun olanların beyin sapları dışına protezler yerleştirilmiş, ancak bunlar pek bir işe yaramamıştı. Protezlerin doğrudan beyin sapına yerleştirilmesinin çok daha etkili olacağı düşünülmekle birlikte, beyin sapı bedenin her yanından gelen sinyalleri beyne taşıdığından, protezden ötürü burada meydana gelebilecek en ufak bir terslik korkunç bir felaketi de yanında getirebilirdi.
Beyin sapına protez yerleştirilmesi, söz gelimi, görme yetisinin sağlığa kavuşturulması için kortekse prot ez yerleştirmekten çok daha riskli bir yöntem. Korteksin zarar görmesi çok büyük bir sorun olmaz. Oysa, beyin sapında zarar gören her bir sinir hücresi beynin tüm işlevini yok edebilir.
15 yıl sürdü
Yöntemi geliştiren House Kulak Enstitüsü cerrahlarından Bob Shannon bunun güvenli bir biçimde uygulanabileceği inancına ancak 15 yıllık bir çalışma süreci sonunda ulaştıklarına dikkat çekiyor.
Sağırlık genelde, koklea olarak da bilinen, kulak salyangozundaki ses alıcı tüy hücreleriyle ilintili sorunlardan kaynaklanıyor. Kokleaya yerleştirilen protezler bu hücreler aracılığıyla doğrudan duyma sinirini devinime geçiriyor.
Ne var ki, protezler koklea ya da duyma siniri zarar görmüş kişilerde etkili olamıyor. Bu durum genellikle iç kulakta iyi huylu urlara yol açan 2.tip nörofibromatosis (NF2) adıyla bilinen ve çok ender görülen bir hastalık sonucunda ortaya çıkıyor.
İşitme duyusundan yoksun NF2 hastalarının yeniden bu yetilerine kavuşmaları için şimdilik tek çözüm beyin sapının işitsel beyin sapı protezi adı verilen ve beynin içine işlemeyen bir aygıt aracılığıyla devinime geçirilmesidir.
Bu protezler kişinin işitebilmesini sağlasalar da, farklı frekans dizileri, ya da ‘kanallarla’ ilintili farklı sinir öbeklerini devinime geçiremediklerinden, bu işitme bir konuşmanın anlaşılmasına yetecek düzeyde olmaz.
Oysa koklea protezlerinde, işitilebilir frekanslarla ilintili sinirler kulağın bu bölgesine yayılmış olduğundan, bu tür bir sorunla karşılaşılmaz. Kokleanın farklı noktaları devinime geçirilmek suretiyle sekiz ya da daha fazla kanalın da devreye girmesi ve böylece kişinin söz gelimi telefondaki bir konuşmayı anlaması olasıdır.
Gelişmeye açık
Öte yandan, işitsel beyin sapı protezleri tek bir kanalı devinime geçirirler. Ancak Shannon farklı uzunluklarda sekiz elektrodun beyin sapının içine yerleştirildiği yönteminde her bir elektrodun farklı sinir öbeklerini devinime geçirmek suretiyle farklı frekanslar üretebileceğine inanıyor.
Bu yöntemin püf noktasını elektrodların biçimi oluşturuyor. Hayvanlar ve kadavralar üzerinde yaptığı deneyler sonucunda Shannon, sinir uçlarına zarar vermeden onları sıyırıp geçen ve insanlarda güvenli bir biçimde uygulanabileceği kanıtlanan, kalem ucunu andıran bir biçimde karar kıldığını belirtiyor.
Geçtiğimiz yılın başlarında kendisine protez takılan ilk hasta olan 19 yaşındaki kızda sekiz elektroddan yalnızca bir tanesinin işe yaradığı görülüyor.
Geçen kasım ayında protez takılan 42 yaşındaki ikinci hastanın durumuyla ilgili bir yorumda bulunmak için ise henüz erken olduğuna dikkat çekiliyor.
Tek bir kanalın işliyor olması kişinin dudak okuma becerisini %30 oranında arttırsa da, Shannon yakın bir gelecekte konuşmanın anlaşılabilmesi için gerekli olan en az dört elektrodu devreye sokabileceğine inanıyor.

KAYNAK : Hürriyet Bilim 14.02.2004

Şirketler Beynimizdeki Satın Alma Merkezini Araştırıyor
 
 
İnsanların satın alacağı ürünü seçerken nelere dikkat ettiğini ortaya çıkartmak için güçlü beyin tarama teknolojisine gözünü dikti iş dünyası. Gelecekte beyin taramalarından alınan sonuçlara göre, pazarlama stratejileri belirlenebilecek.
Londra’nın güneyindeki Neurosense kliniğinde çalışan radyologların görevi, insanların vücutlarındaki hastalıklı bölgeleri ve yumruları aramak değil. Kliniğe denek olarak başvuran gönüllüler, videoya kaydedilmiş bir dizi reklamı izlerken, doktorlar hangi beyin devrelerinin faal duruma girdiğini ve bu bölgelerin ne kadar uyarıldığını ölçüyor.
Deneklerden alınan sonuçlar pazarlamanın geleceğini belirleyecek. Satıcılar uzun süredir tüketicinin gerçekte ne düşündüğünü ortaya çıkartmaya çalışıyor; üretim ve satış stratejilerinin belirlenmesinde tüketicinin ne söylediğinin değil, ne düşündüğünün baz alınması gerektiğine inanıyorlar.
Şimdi güçlü beyin tarama teknolojilerinden yararlanarak bu hedefe bilimsel yolla ulaşabileceklerini düşünüyorlar.

Nöro-pazarlama
Ford’un Avrupa bölümü, tüketicilerin markalarıyla ilgili ne tür bir duygusal bağ kurdaklarını ortaya çıkartmak için ‘nöro-pazarlama’ tekniğinden yararlanıyor.
DaimlerChrysler, Almanya’daki Ulm Üniversitesi’nde bazı araştırma projelerine mali destek sağlayarak, tüketicinin hangi satın alma tercihlerinin kendi markalarına yöneltilebileceğini araştırıyor.
Oxford Üniversitesi’ne bağlı olarak çalışan Neurosense şirketi, nöro-pazarlama tekniğini bir iş dünyasında bir işletme aracı olarak piyasaya sunmaya hazırlanıyor.
‘1990’lı yıllar tıp tarihine ‘Beyin Araştırmaları Dönemi’ olarak geçti’ diye konuşan merkezi ABD, Atlanta’da bulunan nöro-pazarlama şirketi BrightHouse’un strateji uzmanı Justine Meaux, ‘Söz konusu 10 yılda, o tarihe kadar öğrendiklerimizden daha fazla şey öğrendik. Bana kalırsa nöro-pazarlama iş dünyasında yepyeni bir sayfa açacak’ diyor.
1950’den bu yana insanların hangi reklamları ve ürünleri beğendiklerini anlamanın tek yolu, belirli bir odak-grubunu sorgulamaktı. Ancak bu yöntemin güvenilmezliği iş dünyasının sürekli olarak daha güvenilir bir yol aramasına yol açıyordu. Çünkü toplumsal dinamikler insanların verdiği yanıtları büyük ölçüde saptırabiliyordu.
Piyasaya sürülen her 100 üründen ancak birinin tutunması bu nedene bağlanabilir.
Oysa görüntüleme teknolojisi, insanların beğenisini beyin tepkilerini ölçerek anlama şansını yakalıyor. İnsan bilişiminin yüzde 95’inin farkında olmadan gerçekleştiğini düşünürsek, doğrudan hedefe yönelik bilgi sunmanın ne denli doğru bir strateji olduğu kolayca anlaşılabilir. Beynin çeşitli bölgelerindeki dalgalanmalar, kuşkusuz odak grubunun söylediklerinden daha fazla şey söyleyecektir.

Satın al merkezi
Nöro-pazarlamanın çıkış noktası, 10 yıl önce ünlü sinirbilimci Antonio Damasio’nun insanların karar verirken beyinlerinin yalnızca rasyonel bölümünü değil, duygusal bölgesini kullandıkları yönündeki iddiası ile aynı döneme denk geldi. Bu da pazarlamacıların duymak için can attıkları bir şeydi.
O tarihten sonra araştırmacılar gözlerini fMRI’ye (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) diktiler. fMRI, bir insanın alışveriş sırasında beyninin farklı bölgelerindeki kan akışı haritasını çıkartabiliyor.
Beynin ‘satın al’ bölgeleri faal duruma gelince, daha fazla miktarda kanı kendisine doğru çekiyor. Bu gelişme saniyenin milyonda biri kadar kısa aralıklarla MRI taramasında izlenebiliyor. Araştırmacılara göre bir ürünün satın alma kararı 2.5 saniye sürüyor.
Satın alma olasılığı ilk kez doğduğu zaman, beynin arka kısmındaki görsel korteks faal duruma geçer. Birkaç saniye sonra insanlar ellerindeki ürünü, sanki başka bir açıdan bakmak istercesine evirip çevirmeye başlar. Bu eylem sırasında sol kulağın biraz yukarısında, öne doğru olan inferotemporal korteksteki bellek devreleri tetiklenir.
Nihai olarak eğer ürünün tercih edilen bir nesne olduğu kesinleşirse, beyin faaliyeti sağ kulağın arkasındaki sağ parietal kortekse kayar.
Neurosense şirketinin yönetim kurulu başkanı Michael Brammer ‘İnsanların beyinlerini farklı ürünlere bakarken görüntülüyoruz. Daha sonra hangilerini hatırladıklarını öğreniyoruz. Bu aşamadan sonra tarama verilerini incelediğimiz zaman, hatırlanan ürün ile ilgili beyin faaliyetinde neyin göze çarptığını bulup çıkartıyoruz’ diyor.
Şirketler tarama yapmak için farklı reklamlar ve çeşitli ürün tasarımları geliştirmek zorunda. Ancak fMRI taramalarından yararlanarak olabildiğince geniş bir tüketici kesimi için ürün yelpazesini daraltmak mümkün. Veya nöro-pazarlama yöntemi ile tüketicinin ürün ile ilgili düşünceleri de ölçülebilir. Söz gelimi, beyin öncelikle, üzeri çukulata kaplı krakerlerin ağızda kırılırken çıkarttığı sese mi tepki verir, yoksa tadına mı?

Karşıt görüşler
Ürünleri satmak için beyin araştırmalarından yararlanmak çeşitli tartışmalara da yol açıyor. Bu yaklaşımı eleştirenler, beyindeki ‘satın al düğmesi’nin bir kez yerinin saptanması durumunda, çerden çöpten şirketlerin bir takım lüzumsuz ürünleri satmak için kancayı bu düğmeye takacaklarından kuşku duyuyor.
Bu tür bir yaklaşım, insanların ruh ve beden sağlıklarını bozabildiği gibi bütçelerini de derinden sarsabilir. Şimdiden sorumsuz pazarlama taktiklerinin aşırı şişmanlığa, diyabete, alkolizme, akciğer hastalıklarına ve kumara yol açtığı biliniyor.
Bir diğer görüş de sağlık ürünlerinin ticari amaçlarla kullanılmasını eleştiriyor. Aralık ayında Commercial Alert adında bir sivil toplum örgütünin yetkililerinden Gary Ruskin, BrightHouse adına bu tür araştırmaları sürdüren Emory Üniversitesi’ne bir mektup göndererek bu tür çalışmaları durdurmalarını talep etti.
Diğer taraftan nöro-pazarlama araştırmalarını yürüten bilim adamları, yalnızca kötüye kullanılabileceği gerekçesiyle çalışmalarının durdurulamaması gerektiğini söylüyor. ‘Bu tanımlayıcı bir teknik. Beynin ne yaptığını tanımlıyor’ diye konuşan Neurosense’ın kurucularından Gemma Calvert, ‘MRI ile beyin davranışlarını değiştiremezsiniz.
Newsweek’te yayımlanan yazıya göre (22 Mart 04), yine bu teknik ile insanlara bir ürünü zorla satamazsınız’ diyor. Bu arada BrightHouse gibi şirketler yürüttükleri çalışmaları nöro-pazarlama olarak tanımlamak istemiyorlar. Kaldı ki şirkete mali destek sağlayanlar adlarının gizli kalmasını tercih ediyorlar.
Bu araştırmaları savunanların en geçerli iddiası bu çalışmaların beyin araştırmalarına destek sağladığı yönünde.

Kaynak: Hürriyet Bilim, Nisan 2004
Beyne Şipşak Röntgenle Neyi Satın Alacağımızı Biliyorlar!
 
 
‘Marka Tanıma Bilinci'ni hedef alan yeni pazar araştırmasında, müşteri anketleri gibi yöntemler rafa kaldırılıyor ve yerini, doğrudan müşterilerin beyinlerini inceleyecek fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) alıyor.
Eğer nörolojik-pazarlamacılar, tüketim arzularımızın anahtarını bulurlarsa, satın almak istediklerimizi de değiştirebilecekler mi? İnsanların, belirli bir karar verirken hafızalarını ve izlenimlerini kullanıyor. İşte bu ‘marka tanıma’ bilinci, tüm reklamcıların en fazla oluşturmaya çalıştıkları kavram.
Acaba kadınların gözleri, bilinçsiz bir şekilde televizyonda bira reklamında oynayan bir kadının yalnızca bikinisine mi takılır? Neden insanlar Pepsi’nin tadını beğense de gidip Coca Cola alıyor?
Bilim adamları ve reklamcılar, buna benzer reklam bilinmezlerini, ‘nörolojik pazarlama’ ya da kısaca ‘nöro-pazarlama’ denilen yeni bir akımla çözmeye niyetliler.
Bu yeni pazar araştırmasında, müşteri anketleri gibi yöntemler rafa kaldırılıyor ve yerini, doğrudan müşterilerin beyinlerini inceleyecek fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) alıyor.
Bir yandan tekniğin faydalarıyla ilgili makaleler dergilerde çıkarken diğer yandan da az da olsa birkaç danışman ve şirket, pazarlama bütçelerini buna ayırmaya başladı bile.
Buradaki asıl fikir, almayı çok isteyeceği şeyleri, sözgelimi bir Armani pantolonu gördüğünde, insanın beyninde olan bitenleri görebilmek.

Neyi gizliyorsun!
Şirketler, ürünleriyle daha fazla üzerimize gelebilsin diye, araştırmacılar gizli kalmış arzularımızı ve tercihlerimizi bilmeye ve bunları nasıl değiştireceklerini öğrenmeye çalışıyorlar.
Nöro-pazarlama, asıl dikkati, on yıllardır süren bir bilinmezi beyin tarayıcısıyla çözmeye çalıştığında çekti. ‘Lezzet testlerinde Pepsi’yi seçen insanlar neden gidip Coca Cola alıyorlardı?’
Beyin görüntülemesinde uzman olan Read Montague, gözleri bağlı olarak Pepsi veya Coca Cola içirdiği deneklerine hangisinin daha lezzetli olduğunu sordu. fMRI kullanan Montague, striatum içindeki ventral putamen denilen bölgede, en sevilen içecek denendiğinde hareketlilik saptadı. On yıllardır süren tartışmalarda da olduğu gibi, daha fazla insan Pepsi’yi beğeniyordu.
İşin en ilginç tarafıysa, insanlara günlük yaşamda iki üründen hangisini içtikleri sorulduğunda yanıtın tam tersi olmasıydı. Bu kez en fazla hareketliliğin görüldüğü alan, yüksek bilişsel işlevlerle bağlantılı olan orta prefrontal korteksti.
Sonuçlar, insanların, belirli bir karar verirken o içecekle ilgili hafızalarını ve izlenimlerini kullandıklarını gösteriyor. İşte bu ‘marka tanıma’ bilinci, tüm reklamcıların en fazla oluşturmaya çalıştıkları kavram.

Marka bilinci
Araştırmacılarsa, yeni yöntemin, bu marka bilincinin ne olduğunu kavramalarına yardımcı olmasını umuyor. Emory Üniversitesi'nde sinir bilimci olan Clinton Kilts, sevdiği nesnenin resmini gören bir kişinin orta prefrontal korteksinde hareketlilik saptadı.
Bu alan, Montague’ın da bulduğu bölgeydi. Kilts’e göre bu, ‘kişinin bir şeyi kendine tavsiye etmesi’ anlamına geliyor. ‘Mesela Ford Mustang marka arabayı seviyorsunuz. Bunun nedeni Detroit’te büyümüş olmanız veya Mustang’in ilk arabanız olması olabilir.’
Kaliforniya Teknik Enstitüsü’nden Steven Quartz ise, nöro-pazarlamanın, farkında olmadığımız gizli tercihlerimizi de su yüzüne çıkarabileceğini düşünüyor.
‘Araştırmalar, tercihlerimizi kesinlikle izlediğimiz anlayışı üzerine kurulu. Ancak, temel bilimler der ki; tercihlerin altında asıl yatan bilinçdışıdır.’ Reklamcılara göreyse, nöro-pazarlama, geleneksel reklam araştırmalarının ortaya çıkaramadığı, bilinçli eğilimleri bulma gücüne sahip.

The Rock filmi şaşırttı!
Quartz, film stüdyolarının, hazırladıkları fragmanların başarısını ölçmelerine yardımcı olacak ‘beyin görüntüleme paketleri’ hazırlıyor. Bilim adamı, kadınlara, vurdulu kırdılı ‘The Rock’ filminin fragmanını izletti. Varolan anketlere göre, kadınların bunu beğenmemesi gerekirdi. Ancak beyin taramaları, tam tersini gösterdi.
Filmin, eskiden güreşçi olan iri yarı kahramanını seyreden kadınların beyinlerinde, yüze bağlı çekiciliği kontrol eden bölgeler hareketleniyordu.
Bilim adamları, bu yöntemler için heyecanlanırken eleştiriler de artıyor. Reklam endüstrisi üzerine yazılar yazan Douglas Rushkoff, nöro-pazarlamanın tutacağından şüpheli.
Yöntemi, ‘dikkatlice hazırlanmış bir tezgáh’ olarak niteleyen Rushkoff, ‘Müşterileri, kendilerine para kazandırmak için kandırmanın arkasında herhangi bir başarı göremiyorum’ diyerek tepki gösteriyor. Bir grup uzman, bu fikri çok daha korkunç buluyor.
Tüketici hakları için çalışan Gary Ruskin, ‘Reklamlardaki en ufak bir ilerleme, obezite gibi bunlarla bağlantılı hastalıkları arttırabilir’ diyor.

Tercihlerin değişimi
Kuşkular ve sert eleştiriler arasında sıkışan Kilts ve birlikte çalıştığı, bir pazarlama danışmanlık şirketi olan BrightHouse’un CEO’su Joey Reiman ise, nöro-pazarlamanın, insanların alış veriş alışkanlıklarını tahmin etmenin dışında, tercihlerin nasıl değiştiğini de anlamaya yardımcı olacağını belirtiyorlar.
‘Bizim amacımız, müşteriyi değil şirketin alışkanlıklarını değiştirmek’ diyor Reiman. Reiman’a göre, bu felsefe reklamcılık etiklerini de ilerletebilir, ‘Bir şirkete, paketinin renginin değil de, ahlaki davranışlarının daha etkili olduğunu göstermek iyi olmaz mı?’
Sonuç olaraksa, nöro-pazarlamanın, etkili olduğunu kanıtlaması için daha çok yol kat etmesi gerekiyor. Aslında bu tartışmalar boşa da gidebilir. Çünkü, Montague nisan ayında, nöro-pazarlamayı tanıtmak için bir konferans düzenlemek istemiş, ancak ilgi azlığından iptal edilmişti.
New Scientist, 21 Temmuz 2004’te yayımlanan araştırmaya göre, belki de bu alanda çalışan pazarlamacıların, piyasanın gerçekten istediğini, ‘tüketicinin alışkanlıklarını söyleyecek bir beyin haritası’nı hala bulamamalarının nedeni de budur. Belki de asla bulamayacaklardır.

Kaynak: Hürriyet Bilim Dergisi, Ekim 2004
Yorum ve Entellektüel Fonksiyonlarda Dilin Rolü
 
 
Duyusal algılarımızın büyük bir bölümü beynin hafıza alanlarında depo edilmeden ve başka entellektüel amaçlarla hazırlanıp geliştirilmeden önce dildeki eşdeğerlerine çevrilirler.Örneğin bir kitap okuduğunuz zaman kelimelerin vizüel imajlarını saklamıyoruz,bunun yerine ,bu enformasyonu dildeki şekliyle depo ediyoruz. Hiç olmazsa enformasyon ,anlamı anlaşılmadan önce ,dildeki şakline çevrilmektedir.

Baskın hemisferde dilin yorumlanması ile ilgili duyusal alan ,şakak loblarındaki primer işitme alanı ile sıkı sıkıya ilişkilidir.Bu yerleşim herhalde dille ilk ilişkinin işitme yoluyla olmasına bağlıdır.Daha sonraki yaşlarda ,okuma yoluyla dilin visüel algılama yönü geliştikçe görme kanalı ile gelen enformasyon baskın lobda o zamana kadar gelişmiş olan konuşma bölgelerine iletilir.

Bu beynin genel yorumlama bölgesinin işitme ile ilgili asosyasyon alanlarıyla,korteksin öteki duyusal alanlarına oranla neden daha yakından bağlantılı olduğunu da açıklar.

GENEL YORUMLAMA ALANININ TAHRİBİNDEN SONRA GERİ KALAN YORUM FONKSİYONLARI

Genel yorum alanının lezyonunun entelektüel fonksiyonlar bakımından bu kadar ağır sonuçlar vermesinin nedenlerinden biri bu fonksiyonlarımızdan çoğunun dille ilişkili olmasındandır.Bununla beraber yine bazı başka yorum fonksiyonları devam edebilir.

Burada devreye baskın olmayan hemisfer girer ve ona ait kısmi yorum yeteneği zamanla gelişir.

Yüksek entelektüel fonksiyondan sorumlu olduğu düşünülen ancak kesin ispatlanamamış bir alan olan alın bölgesi maymunlara göre insanda çok fazla geliştiği için bu önyargıya varılmıştır.
Bu bölgede “tesbit hafızası” ve “düşüncenin işlenmesi” (Çeşitli düşüncelerin derinlik ve soyutluluğunu arttırma)fonksiyonları gerçekleşmekte diye düşünülmektedir.Bu bölgenin(Prefrontal-(alın) lobu)nun fonksiyonları şunlardır:

1.Geleceğin planlanması

2.Gelen duyusal sinyallere cevap olacak eylemin geciktirilmesi ve böylece en iyi cevap sırası kararlaştırılana kadar duyusal enformasyonun ölçülüp tartılabilmesi

3.motor eylemlerin (el-kol hareketleri v.b.)sonuçlarının hatta bunlar eyleme konmadan önce ,gözönünde tutulması

4.Komplike matematik,hukuki ve filozofik problemlerin çözümü

5.Nadir hastalıkların tanısında çok değişik kaynaklardan gelen bilgilerin korelasyonu

6.kişinin kendi eylemlerini moral yasalara göre denetlemesi

Bu alanın tahribinde Duyusal sinyalleri genel olarak aceleyle cevaplandırır.Örneğin kavgada dövemeyeceği kadar kuvvetli bir kişiden kaçmak yerine ona saldırır. İdrar ve gaitasını boşaltmada cinsel aktivitede ve sosyal davranışlarında normal ölçülerin dışına çıkabilir bu konularda kayıtsız ve dikkatsizdir.Ruh hali hızlı bir değişiklik eğilimi gösterir yumuşaklıktan nefrete, sevinçten kedere, keyiften öfkeye kolayca geçebilir. Uzun ve komplike düşünceleri izleme yeteneği olmayan dikkati kolay dağılan bir kişi olur.
Herkesin Beyni Aynı Mı Çalışıyor?
 
 
İsrailli araştırmacılar, Science dergisinde yayımladıkları araştırmalarında genel olarak beyinlerin, doğal duygu ifadeleri karşısında hemen hemen benzer bir şekilde çalıştığını açıkladı.
İsrailli araştırmacılar, şu soruların yanıtlarını arıyordu: Bütün insanların beyinleri aynı şekilde de mi tepki veriyor? Hepimiz dünyayı aynı benzer mi algılıyoruz? Aslında İnsanların içinde bulundukları psikolojik, çevre koşullarına ve kişisel deneyimlere göre, duygularını farklı şekilde dile getiriyor. Weizmann Bilim Enstitüsü’nden Uri Hasson tamamen farklı bir yolu deneyerek, deneklerine ‘İki şerefli serseri’ filmini izletti ve beyin etkinliklerini kaydetti. Birden fazla oyuncunun yer aldığı karmaşık sahnelerde bile beyin etkinliklerinde neredeyse hiç farklılık saptanamadı. Ayrıca beyin etkinlikleri arasındaki uyum, işitme ve görme merkezlerinin yanısıra, yüzlerin tanınması ve dış çekimlerin işlenmesinden sorumlu bölgeler de aynıydı. Beyin etkinlikleri, en büyük uyumu silahlı çatışmaların ve patlamaların bulunduğu sahnelerde gösteriyor
Beynimiz Sünger Değil!
 
 
Sadece bilinçaltımıza giren, fark etmeden algıladığımız mesajlar beynimiz üzerinde iz bırakıyor ve bu mesajlar, çeşitli beyin tarama cihazlarında gözlemlenebiliyor.
Yapılan bir araştırma bilinçaltına hitap eden reklamcılığın -İngiltere’de yasaklansa da Amerika’da hala yasal- nasıl çalıştığını ortaya koyduğunu göstermek isterken Bahador Bahrami isimli İngiliz nörolog, aslında reklam dünyasındaki bu mesajların beynimiz tarafından filtrelenebildiğini keşfetti. “Eğer beynimiz başka şeylerle meşgul ise bilinçaltımıza hücum eden ve fark edemediğimiz bu mesajları elememiz mümkün.” diyen Bahrami’ye göre bilinçatımıza direkt giren mesajlar otomatik olarak değil beynimizin bu mesajlara dikkat göstererek girmesi de mümkün olabilir.
Bahrami’nin çalışmasındaki katılımcılar bir camı mavi, bir camı kırmızı olan 3 boyutlu gözlükler ile bilgisayar ekranına baktılar. Kırmızı camın olduğu tarafta günlük, sıradan objeler gösterilirken, mavi camın olduğu göz çok canlı renklere sahip olan, etkili objelere maruz kaldı.
Tüm bu görüntüler katılımcılar tarafından iç içe olarak algılansa da aslında gözlüğün mavi camının olduğu taraftaki görüntüler diğerlerini oldukça bastırdı. “Katılımcılar her defasında iki farklı obje gördüklerinin bile farkında değillerdi.” diyen Bahrami’nin çalışmasının devamında katılımcılar önlerinde akan harflerden T harfini görür görmez üzerine tıkladılar. Bu sefer bilinçaltına yönelen mesajlar amaçlarına ulaştı; çünkü beyin başka bir şey tarafından meşgul edilmiyordu.
T harfini bulma çalışmasının zorlaştırılmış versiyonunda, beyine odaklanması gereken başka objeler verildiğinde T harfinin üzerine tıklayabilenlerin sayısı neredeyse yarılandı. Kısacası beynimiz direkt olarak bilinçaltımıza girmeye çalışan mesajlara otomatik bir tepki vermiyor. Beyin bu mesajlara dikkat göstermediği takdirde mesajların bilinçaltımıza yerleşmesi çok zorlaşıyor.
Beynin Görsün Yeter!
 
 
Beynin izleyerek öğrenme süreci incelendi: Beyin bir kez öğrendiğinde harekete ihtiyaç duymadan basit bir gözlemle aynı şeyi tekrarlayabilir
Yetenek, beynin işleyişini de değiştiriyormuş. Britanyalı bilim adamları, beynin 'izleyerek öğrenme sürecini' inceledi. İnsan bildiği şeyi izlerken beyni bilmediği şeyi izlerken verdiğinden farklı tepki veriyor.
University College London tarafından yapılan araştırmada, Kraliyet Balesi'nden dansçılar ve bir Brezilya dövüş sanatı olan kapoeira dansçılarına hem bale hem de kapoeira videoları izletildi. Bu sırada dansçıların beyin aktiviteleri kaydedildi.
Aynı videolar hiçbir dans konusunda bilgisi olmayan bir gruba da seyrettirildi. Araştırmacılar, zaten bilinen bir hareket izlendiğinde beynin 'ayna sistemi' adlı bölgesinde aktivitenin daha fazla olduğunu tespit etti.
Ayna sistemi
Dans konusunda hiçbir bilgisi olmayan grupta ise her iki dans türünün görüntülerine beynin verdiği tepki de aynı oldu. Daha önce yapılan araştırmalarda ayna sisteminde, hem bir eylemde bulunduğumuzda, hem o eylemi izlerken aktif hale gelen beyin hücrelerinin varlığı tespit edilmişti. Bu araştırmayla ayna sisteminin kişinin kendi yeteneklerine göre değiştiği anlaşıldı.
Araştırmanın başında bulunan Prof. Patrick Haggard, bulguların, sakatlanmış kişilerin tedavilerinde de kullanılabileceğini söyledi. Prof. Haggard, "Beyin bir meziyeti bir kez öğrendiğinde harekete ihtiyaç duymadan, basit bir gözlemle onu tekrarlayabilir. Elde ettiğimiz bulgular gösteriyor ki yaralanan bir sporcu diğer sporcuları izleyerek yeteneklerini canlı tutabilir.
Bu sonuçlar hem spor alanında, hem de sakatlanmış kişilerin tekrar hareket edebilmesi amacıyla kullanılabilir" dedi.
İştahın Büyüklüğü Beyinde Gizli
 
 
ABD Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi bilim adamları, insanların iştahının (yeme miktarı isteği) Leptin hormonu tarafından belirlendiğini ileri sürdü.
Bu şu anlama geliyor: Henüz ilk çocukluk döneminde ne derece iştahlı olacağımızın belirlendiği ortaya çıktı. Richard Simerly ve arkadaşları, bu araştırmalarını fareler üzerinde belirledi. Leptin hormonu üretemeyen fare modelleri oluşturdu. Bu hormon, iştahı ayarlar ve hormon seviyesi ne kadar yüksek ise iştah o denli azalır. Genetik değişimden geçirilen farelerin de hızla kilo aldığı görülmüş. Bilim adamlarının çıkardığı sonuç: Doğumdan itibaren beyinde meydana gelen değişimler hayatımız süresince etkili olabilir. Simerly’ye göre, hayatımızın ilk haftalarındaki leptin oranı genlerle belirleniyor ve beslenme biçimiyle bir ilgisi yok. Leptin hormonunun etki mekanizmasının çözülmesi halinde, aşırı şişmanlığa karşı etkili ilaçlar geliştirilebilir.

Kaynak: Hürriyet Bilim Dergisi
Dünyanın İlk “Beyin Çipli Adamı” Başardı!
 
 
Televizyonu düşünceleriyle çalıştıran genç adam Matthews Nagle, beynine takılan Braingate isimli çip sayesinde düşüncelerini beyin komutları biçiminde aktarabiliyor ve bunları bilgisayar ekranında gerçekleştirebiliyor. Işıkları açıp kapıyor hatta Tetris bile oynuyor.
Boynundan aşağısı tamamen felçli olan 25 yaşındaki Amerikalı genç, beynine takılan bir bilgisayar çipi ile düşüncelerini harekete dönüştürebiliyor. Çip, “düşleri gerçekleştirme makinesi” gibi çalışıyor.
Bu görüntü şimdiye dek ancak "The Matrix" ve benzeri bilim kurgu filmlerinden bilinirdi: Genç adamın kafasında şişe kapağı büyüklüğünde bir kablo girişi bulunuyor. Kablolar, beyinden gelen sinyali algılayan ve değerlendiren bir bilgisayara bağlı.
Keyfi yerinde, kafasındaki kablodan çok memnun. Tekerlekli sandalyede oturuyor. Bilgisayarında dairesel çizgiler çizip duruyor. Düşünebilmekten mutlu!
34 yaşındaki Matthew Nagle adındaki adamın boynundan aşağısı tamamen felçli.
Başındaki kablo, platin bir vida ile kafatasına sabitlenmiş durumda.
Bunun altından bir kablo direkt beyne gidiyor ve minik bir işitme aygıtına bağlı. Bu aygıt sayesinde hasta düşüncelerini yönetebiliyor. Bu aslında bir gömlek düğmesi büyüklüğünde bir bilgisayar cipi.

Düşleri gerçekleştirme makinesi
Vizyon sonunda gerçek oldu: Amerikalı bilim adamları felçli hastanın beynine 100 nörondan yansıyan sinyalleri işlemciye aktaran bir çip yerleştirdiler.
Beyninin içinde sanki bir düşünü, düşüncelerini gerçekleştirme makinesi var!
25 yaşındaki adam artık; düşünüyor, mesela bir daire çizsem diyor. Derken kablonun bağlı olduğu öbür uçtaki bilgisayar ekranında bir daire beliriyor!
Düşünüyor ve örneğin
● Televizyonda programları değiştiriyor.
● TV'sinin sesini kısıyor veya arttırıyor.
● e-posta gönderiyor.
● Bilgisayarda mesela Tetris oyunu oynuyor.
● Televizyonda "zaplayabiliyor".
● Işığı açıp kapatabiliyor.

Henüz başlangıç
Felçli adam henüz işin başlangıç aşamasında olduğunu biliyor. Günün birinde kollarını ellerini de oynatacağı umudunu taşıyor. Aslında bu şansı da oldukça yüksek!
Matthew Nagle, beyninde düşüncelerini yöneten bir bilgisayar çipi taşıyan dünyanın ilk adamı. Bu açıdan da biyonik bir insan!
Bu tekniği geliştiren ise Amerikalı Cyberkinetics şirketi. Yardımcıları, Brown Üniversitesi araştırmacıları.
Bu teknikle, boyundan aşağısı tamamen felçli olması nedeniyle, düşündüğü bir hiç bir hareketi gerçekleştirme olasılığına sahip olmayan bir hastaya olağanüstü bir fırsat verdiler: Beynine taktıkları bilgisayar cipi ile düşüncelerini kafatasının içinde hapis olmaktan kurtardılar ve şimdilik basit gibi görünen ve yukarıda saydığımız hareketleri gerçekleştirme olanağına kavuşturdular.
Bu tamamen felçli hastalardan biri geçenlerde ölen Süpermen'di. Christopher Reeve hiç olmazsa biraz konuşabiliyor, bir başkası ise göz kirpikleriyle İstediğini anlatabiliyordu!

Üç aylık çalışma
Matthevv Nagle, beyninde düşünceleri yönetebilmeyi üç aylık bir çalışma ile öğrendi.
Bu olağanüstü deneyi gerçekleştiren Cyberkinetics şirketi, tekniği önce maymunlarda mükemmelleştirmiş, Haziran ayında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nden (FDA) "Braingate" implantının klinik deneyleri İçin onay almıştı.
İnsanda ilk uygulamasını da, aslında eski bir futbolcu olan, üç yıl önce yaşadığı bir sokak kavgasından felçli olarak çıkan Matthew Nagle'ye yaptılar. Nagle, tamamen felçli olduğu için bir hastanede sunî teneffüsle yaşatılıyor.
Firmanın açıkladığı gibi son gelişme bu alandaki ilk deneme ve yakında teknolojide önemli bir devrim yaratabilecek.
Tıp uzmanları uzun bir süredir sakat ve felçli insanların yapay organlarını düşünceleriyle kullanmalarına izin veren yöntemler arıyorlardı. Hasta, protezini kullanmak İçin bu eylemi düşünmesi yeterli olmalıydı.
Daha önceleri hayvanlarla yapılan deneylerde, maymunlar, kendi kollarını kullanmadan robot kolunu çalıştırmışlardı.

100 duyu alıcı
Genç adamın beyninde taşıdığı çip, saç İnceliğinde silikondan 100 adet duyu ölçere sahip. Bunlar yarım mm kadar, beyinde hareket merkezi olan motorkorteks hücre dokularının İçinde bulunuyor. Bu merkezden insan kol ve bacaklarını çalıştırıyor aynı zamanda
Matthew Nagle, örneğin bilgisayar ekranındaki fare İmlecini çalıştırmak istediğinde, eskiden bildiği davranış bilgilerini kullanıyor. Şirketin yöneticisi Tim Surgenor diyor ki: İşaret parmağı ile sanki ekran üzerinde hareket ediyormuş gibi düşünüyor. İmleç de onun bu isteğine yanıt veriyor ve düşünceleri doğrultusunda hareket ediyor.. Örneğin imleç istediği programların veya ekrandaki düğmelerin üzerine geliyor".
Peki bu anda neler oluyor? İşte bu çok ilginç: Beyindeki sayısız beyin hücresi hızla elektrik sinyalleri yaymaya başlıyor. Bunların hepsini okumak mümkün değil tabi. Bilgisayar bunları süzüyor ve sinyalleri gönderenin ne istediğine ilişkin olanları yıldırım hızıyla ayıklıyor ve kullanıyor.

Saniyede milyonlarca sinyal
Müthiş bir çalışma! Şirket yöneticisi diyor ki: saniyede 10 milyon sinyal geliyor!
10 yıl kadar önce beyindeki bu sinyal fırtınasının bir kısmı okunabilir mi diye düşünülüyordu. Şimdi ise örneğin motor korteksten gelen sinyallerin en azından bir kısmının okunabileceği ve kullanılabileceği ve hastada görüldüğü gibi oradan gelen emirlerin "hayata geçirilebileceği" görülmekte.
Bir insan örneğin elini havaya kaldırmadan hemen önce, milyonlarca sinyal harekete geçiriliyor, beyin merkezi tarafından. Bu sinyaller büyük bir orkestrayı yönetir gibi çalışıyorlar. Bunlar arasında karakteristik bir kaçı aslında hareketin kısmen yerine getirilmesi için yetiyor.
Orkestra örneğinde de, bir viyolinden çıkan bir kaç tınıdan da, orkestranın neyi çalacağını anlayabildiğimiz gibi!

Dönüm noktası
Bu yılın 22 Haziran tarihine kadar, bir çip yardımıyla hareketlerin gerçekleştirilebileceği, sadece teorik bir düşünceydi ve hayvan deneyleriyle sınırlıydı..
Derken o tarihte felçli genç operasyon salonuna alındı. Beyin cerrahi Gerhard Friehs kafatasını açtı ve önce bir vidayı kafatası kemiğine taktı. Arkasından Braingate adı verilen cipi istenilen beyin bölgesine yerleştirdi.

Olağanüstü bir deney
Beynin cipi reddetmemesi için de sadece cam, silisyum ve planitenden yapılmıştı çip. 100 saç teli inceliğindeki altından telcik kablo da, çip ile kafatası üzerindeki "fiş" arasında bağlantı kuruyor.
Cyberkinetics dışında benzer teknikler üzerinde çok sayıda firma çalışmakta. Mesela Atlanta'daki Neural Signals gibi. Ancak tüm firmalar nöron sinyallerinin beynin dışında yakalanmasına dayanan teknikler üzerinde çalışmıyor. Elektrokortikografi olarak bilinen ikinci yöntemde elektrotlar beyin etkinliğini doğrudan doğruya kafatasının üzerinden ölçülür.
Amerikan ordusu da konuyla ilgili. Amerikan askeri araştırmalar örgütü Darpa örneğin savaş pilotlarına uçaklarını daha hızlı çalıştırmalarına izin veren insan-makine bağlantısı üzerinde araştırıyor. Ve araştırmacılara milyon dolarlar akıtıyor.
Örneğin Duke Üniversitesi'nden nörolog Miguel Nicolelis, benzer yöntemler geliştirmek için maymunlar üzerinde çalışıyor. Düşünce sinyallerini beyinden alabilen, ölçebilen ve aktarabilen sistemler geliştirilmek isteniyor.

Felçli kollar
Bu bağlamda örneğin maymun bir robot kolunu çalıştırabildi. Bu sistemle felçli ama canlı bir insan kolunu da çalıştırmanın mümkün olduğu gösterildi.
Fakat umut verici gelişmelere rağmen teknik henüz yeterli değil. Amerikalı beyin araştırmacısı Jeff Hawkins, "USA Today" gazetesine "Cyberkinetics deneyi olağanüstü" diye konuşmasına rağmen Cyberkinetics cipi üzerindeki 100 elektrot yalnızca 100 nörondan yansıyan sinyalleri algılıyor, bu da örneğin fincan tutmak gibi daha zorlu hareketler için henüz yetersiz.
Aslında buna hiç şaşmamak gerek, sonuçta insan beyninde yaklaşık olarak 100 milyar nöron var. Beyin kabuğunda milimetrekare başında yer alan 100.000 sinir hücresi, 1000 komşu nöronla bağlantılıdır. "İnsan beyni ve makinenin mükemmel bir şekilde iletişim kurmasını sağlamak hala bilim kurgu" diyor Hawkins.

Bedenin parçası
Cyberkinetics firmasının "Braingate" fikri, bilgisayar faresiyle ekran üzerinde hareketli noktacıkları takip eden maymunların beyin etkinliklerinin ölçüldüğü deneyler sırasında doğdu.
Araştırmacılar belli bir süre sonra fareyi çıkardılar ve fare okunu sadece maymunların düşünceleriyle çalıştırdılar.
Amaç, yeni hareketleri öğrenmek isteyen hastaları, aylar süren alıştırmalardan kurtarmaktı. İnsanlar düşünceleriyle aletleri sanki bedenlerinin bir parçasıymış gibi hareket ettirebileceklerdi.
Bir hasta bu şekilde teorik olarak sadece protezleri değil evindeki tüm elektrikli aletleri kullanabilirdi.
Fakat ilk "Braingate" taşıyıcısı bu işi henüz bir bilgisayar, iki ekran ve tekerlekli bir raf üzerinde bir dizi teknik yardımcılarla gerçekleştirebiliyor.
Ayrıca beyin sensoru sadece 100 nöronla bağlı olduğu için de fare oku her zaman iyi işlemiyor. Örneğin "Pong" bilgisayar oyununu 25 yaşındaki adam ancak %70 doğruluk payıyla oynayabiliyor. Ayrıca bilgisayar beyindeki komutları anında değiştirecek kadar hızlı olmadığı için de ok hastanın düşüncesiyle eş zamanlı hareket etmiyor.

Hasta mutlu
Teknik ve tıbbi sorunlar bir yana insan ve makine arasındaki bağlantı etik sorunlar da taşıyor. "Cyberkinetics, hangi hastalara neyin uygun ve güvenli olduğuna dikkat etmeden kısa yoldan para kazanmaya çalışıyor" diyor örneğin Duke Üniversitesi'nden Miguel Nicolelis.
Araştırmacı, Cyberkinetics firmasını eleştirse de kendisi de insan beynine elektrot yerleştirerek sinyallerle bilgisayar çalıştırdı.
Fakat "Braingate" kullanıcısı halinden memnun görünüyor. "Alet sayesinde yaşamının çok değiştiğini söyledi" diyor hastaya cipi takan doktor Jon Mukand. "Hastamız çok mutlu."
Bu arada 4 denek insan daha bu deney için sırada bekliyor. 60 kişide başarılı test edildiği zaman, Braingate'in satışına ve kullanılmasına İzin verilecek.
Kimi biyoetikçiler onun kadar mutlu olmasalar da yine de bu umut verici gelişmeye şans tanımak istiyorlar.
Pennsylvania Üniversitesi'nden Arthur Çaplan örneğin, insanların yeni teknik konusunda çok fazla umutlandıklarını söylese de etik kaygılar yüzünden bu heyecan verici araştırmayı engellemek istemem diye konuştu.

Kaynak: Hürriyet Bilim Dergisi, Ekim 2004
Beyni Yeniden Ayarlama/Sıfırlama
 
 
Conneticut’lı 2 çocuk annesi Martha yaklaşık 20 yıldır depresyonla baş etmeye çalışmaktaydı. Pek çok psikiyatrist ve psikologla görüştü ve pek çok farklı ilaç tedavisi uygulandı ancak hiç biri yeterince yararlı olamadı ya da faydaları uzun süre devam etmedi. Geçen Haziran ayında Columbia Üniversitesi’ ndeki New York Eyalet Psikiyatri Enstitüsü’ nde yürütülmekte olan yeni bir tedavi yönteminin deneme aşamalarından haberdar oldu.
Bu yöntem depresyonun sürekli aşağı çektiği bir dönencenin içinde kendini bulan Martha ve Martha gibi milyonların bir mıknatıs yardımı ile beynindeki bir merkezi hedefleyerek düzensiz sinirsel devirlerin yeniden ayarlanması ilkesini hedefliyordu. Kaybedeceği hiçbir şey olmadığının bilincinde olan Martha bu yeni yöntemi denemeyi kabul etti ve kısa sürede kendini bir sandalyede otururken buldu. Hilal şeklinde gri bir alet kafasının tepesine seri halde manyetik çarpmalar veriyordu.
Tedavinin her oturumu 1 saat sürdü. Bu tedavi 6 hafta boyunca, haftada 5 kez uygulandı. Martha 3. haftanın sonunda değişimin sinyallerini fark ettiğini belirtiyor. Eylül itibari ile duygu durumunda belirgin bir düzelme olduğunu, yemek ve gün ışığı gibi şeylerden yeniden keyif almaya başladığını ifade ediyor. Tekrar oturumlar için aralıklı olarak Enstitüye geri dönen Martha 6 aylık bir tedavi süresi içinde tüm semptomlarının köşeye sıkıştığını belirtiyor.
Dünyanın farklı bölgelerinde faaliyette bulunan araştırma merkezlerinden doktorlar tarafından bu alanda bildirilen başarılı sonuçlar bunun bir şans olmadığını açıkça gösteriyor. Ulusal Mental Sağlık Enstitüsü (The National İnstitute of Mental Health) dikkatini çekmiş olacak ki, New York Enstitüsü ve farklı 3 araştırma grubuna daha geniş kapsamlı, 240 depresyon hastası üzerinde yapılan ve manyetik uyarım ile placebo etkisini karşılaştıran bir çalışma teklifi sundu.
Enstitüdeki çalışmayı yöneten Dr. Sarah Lisanby, “Önümüzdeki birkaç yıl içinde Manyetik Uyarı Tedavisinde tekrarlama oturumlarının emniyetli ve faydalı olduğu konusunda daha iyi bilgilere sahip olacağız” diye çalışmaları yorumlamıştır. Ayrıca bu yeni tedavi tekniğinin anksiyete bozuklukları, şizofreni, felç, hatta epilepsi tedavilerinde kullanımına yönelik merak da medikal alanda gittikçe artmaktadır.
Bunların hepsi sadece başlangıç. Araştırmacılar, manyetik uyarı tedavisinin en azından beynin çeşitli bölgelerinin birbirleri ile olan ilişkisinin çözülmesi ve bazı sinyallerin çatıştığında nelerin ters gittiğine dair ipuçlarının elde edilmesinde yeni bir anlayış getireceğini savunmaktadırlar. Şu anda yapılamayan ise, belki de çekinilen, manyetik uyarının neden kişilerinin sıkıntılarını hafiflettiği sorusunun yanıtı vermektir.
Ancak öncelikle bir iki noktayı belirin hale getirmekte fayda vardır. Bu tür manyetik uyarımın eklem iltihaplarından şikâyet edenlerin bileklerine doladıkları veya sırtlarına bağladıkları çubuk mıknatıs ile her hangi bir ilişkisi yoktur. Bunun aksine, transkranial manyetik uyarımda MRI’da kullanılanlara benzer sofistike elektromıknatıslar kullanmaktadır. Bu elektromıknatıslar o denli küçüktür ki kişi elinde tutabilir ve bu uygulama hiçbir karışıklık, gürültü patırtıya neden olmaz. Ayrıca beyni uyaran manyetik çarpmalardan çok bunların bir eko gibi sinir hücrelerinde yarattığı elektriksel akımdır. Çarpma sıklıklarının bazıları sinir yollarını uyararak hızlandırırken, bazen de onların duyarsızlaşmasına neden olabilir.
Bu anlatılanlar, elektroşok tedavisine oldukça benzerlik göstermekteyse de aslında benzer değildir. Wake Forest Üniversitesinde felçli hastaların tedavisi ve kısa sürede iyileşmelerinde manyetik uyarım tedavisini kullanma üzerine çalışmalar yapan nörolog Dr. George Wittenberg, “Manyetik uyarım akımı gerçek bir elektriksel bağlantı olmaksızın arttırıcı akıllıca bir yöntemdir.” demektedir. Tüm beyni etkileyen Elektroşok tedavisinden farklı olarak, manyetik uyarım sadece üst yüzey veya cortexteki belirli alanları etkilemektedir. Ayrıca elektroşok tedavisinde olduğu gibi tedavi her hangi bir nöbete yol açmadığından, kas gevşetici kullanımına veya anesteziye gerek yoktur, ayrıca hafıza kaybı tehlikesi de bulunmamaktadır. Hastalar manyetik uyarım sırasında akım başladıktan itibaren yalnızca kafataslarında ufak bir çekme hissederler.
Peki, neden bir kişi beyninde küçük elektrik akımlarının oluşturulmasına izin versin? NIHM için depresyon tedavisinde manyetik uyarımın kullanılması çalışmaların takip eden Güney Karolina Tıp Fakültesinden psikiyatrist Dr. Mark George , “Beyinin hem kimyasal hem elektriksel faaliyetleri olan bir organ olduğu unutulmamalıdır” demektedir. Prozac, Zoloft gibi ilaçlar beyindeki kimyasal dengesizliği hedef almaktadır, ancak bu problemin sadece bir kısmını içerir. Oldukça problemli yan etkilerine rağmen elektroşok tedavisi, uzun süreli şiddetli depresyonda halen en etkili yöntem olarak uygulanmaktadır.
Her ne kadar araştırmacılar Transkranial manyetik uyarımın çalışması hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarını açıkça itiraf etseler de bazı fikirleri olduğu bilinmektedir. Bilinmektedir ki beyinin farklı bölgelerindeki sinir hücreleri birlikte, bir uyum içerisinde hareket etmektedir. Özel olan cortexin yargılama yapma ve hayatlarımızı planlama işlemlerinde etkili bölgeleri ile limbik sistemin duygular ağırlıklı bölgelerini bağlayan zincirlerdir. Depresyona yönelik bir teori, depresif duygu durumunun bu zincirlerdeki bir dengesizlikten kaynaklandığını veya bu dengesizliğe bağlı olduğunu belirtmektedir. Tıpkı bir bilgisayarın formatlanması/ sıfırlanması gibi periyodik manyetik uyarımlar sonucu bu bölgelerdeki akımlar yeniden yapılandırılabilmektedir
Hiç kimse bu yeniden yapılandırmanın ne kadar süreceğini veya beyindeki farklı bir bölgenin uyarılmasının ne gibi sonuçları olacağını bilmiyor. Ancak bu durum nörologların TMU yu farklı alanlarda ve bölgelerde kullanmalarını engellememektedir. Örneğin MRI travmanın oluştuğu beyin bölgelerini ve hangi diğer bölgelerin bu işlevleri üzerine almaya çalıştığını belirleyebilmektedir. Uyarım veya duyarsızlaştırmanın uygun birleşimi felçli hastaların tedavisinde sorunları çözebilir mi/ umut verici bir yaklaşım olabilir mi?
Dr. Randall Benson, Detroit’te Wayne Eyelat Üniversitesinde 28 felçli hasta ile çalışmalarını yürütüyor. Bu çalışmalar var olan ve hali hazırda uygulanan terapilerin artık faydalı olmadığı ve konuşma sorunları yaşayan hastalara TMU uygulanmasını içeriyor. Öncelikle bu kişiler beyin taramasından geçerek, hangi konuşma merkezlerinin halen kısmen de olsa aktif olduğu belirleniyor. Daha sonra TMU bu bölgeleri hedef alarak uygulanıyor. Benson bu uygulamayı; “Konuşma ve dil beyinde belli bir ağ ile düzenlendiğinden, bir merkezin uyarılması tüm ağda etkili oluyor. “şeklinde açıklıyor.
Harvard Tıp Fakültesi’nde biraz farklı bir araştırma yürüten Dr. Alvaro Pascual-Leone, felçli hastaların konuşmalarında farklılıklar görmeye başladıklarını bildiriyor. Aktif olan, telafi edici alanlardaki çalışmayı desteklemek yerine, Pascual-Leone ve ekibi iyileşmeyi bloke eden alanlardaki sinir yollarını zorlamayı hedefliyor ve bunu “ilk tepki olarak beyin hasarlı alanlardaki aktiviteyi kesmek ister” şeklinde açıklıyor. Böylelikle bu uygulama hafif miktarada zarar görmüş olan sinir hücrelerine yeniden yapılanma şansı verir. Fakat bazı felçli hastalarda, engelleyici sistem çalışmaya devam eder. Bu sinir hücrelerini hedefleyen manyetik uyarı ile, Pascual-Leone iyileşme sürecini hızlandıracağını düşünmektedir.
Bu bilim adamları sadece akıllıca bir tahminle baş döndürücü şekilde karışık bir organı-insan beynini- tedavi ettiklerini itiraf eden ilklerdir. Fakat Martha’nın depresyonla yaptığı uzun savaş sonrasında hayatını nasıl geri kazandığını anlatırken ses tonunu duyduğunuzda, bunun denemeye değer bir risk olduğuna karar veriyorsunuz.

Çeviri: Uzm. Psk.Hande Sinirlioğlu
Kaynak: Time Dergisi, 21 Mart 2005
Depresyonda Beyin Görüntüleme
 
 
Depresyonun bir beyin hastalığı olduğu anlaşıldıktan sonra depresyonda beyinde oluşan değişiklikleri anlama konusunda büyük çalışmalar başladı.

Beyin nasıl bir organ?
İnsan beyni 1,5 kilogramlık bir mucizedir. Vücudumuza giren oksijenin %25’ini ve glikozun çoğunu kullanır. Fakat vücutta işgal ettiği ağırlık %2 dir. %2 lik beyin %25 lik enerji tüketiyor. Düşüncenin, duyguların, davranışların, yönetildiği beyin özel bir organdır.
Bazı insanlar vardır ne yerlerse kilo almazlar. Dikkat edilirse bu kişiler çok düşünen ayrıntıcı, mükemmeliyetçi yani fikir işçisi kişilerdir. Yahut uzun yol sürücüleri her durdukları yerlerde bir şeyler yerler. Neden? Sürekli dikkat isteyen araç kullanımı beyinde enerji tüketimini arttırmıştır.
Beynin ince yapısı incelendiğinde 140 milyar hücre olduğu, bir hücrenin diğer bir hücre ile 2-10 bin bağlantısı olduğu görülür. Kanarya beyninde bağlantı bir hücrenin diğer hücre ile bağlantı sayısı 1-2 dir. Beynimizin bir et parçası özelliği dışında düşünen organ yapma özelliği bu bağlantı sayısı ile ilgilidir.

Düşünen hisseden beyin
Sağ beyin alanları duygular, heyecanlar, müzik, sanat gibi soyut özellikler ile ilgili iken sol beyin yarısı; mantık, muhakeme, analiz, konuşma, hesaplama gibi işlevlerle ilgilenir. Kadınlarda sağ beyin yarısı baskın çalışır. Bir kadın alışverişe gittiğinde estetik kaygıyı ön planda tutar. Güzel olsun, hoş osun ister. Bir erkek alışverişe gittiğinde ucuz olsun, kaliteli olsun, işe yarasın kaygısını ön planda tutar.
İnsanın ilk tepkisi genetik alt yapımız iledir. Kendimizi geliştirirsek iki beyin yarısını dengeli kullanırız. Kadınlarda mantıkla ilgili beyin alanlarının gelişmesi için özel çaba, erkeklerde duygu ile ilgili beyin alanlarının gelişmesi için özel çaba ve eğitim gerekir.

Depresyon –Beyin ilişkisi
Temelde depresyon duygulanım hastalığıdır. Kadınlarda erkeklere göre üç misli fazla rastlanır. Bu kadınların beyin yapısının duygusal alanlarının daha yoğun çalışması ile ilgilidir.
Yapılan araştırmalar beyin çalışmasının elektriksel ve kimyasal ileti ile olduğunu göstermiştir.
Depresyonlu kişinin beyninde Serotonin, Noradrenalin, Dopamin gibi kimyasal iletilerin azaldığı bugün bilimsel olarak gösterilebilmektedir.
İlk olarak 1970’li yıllarda intihar girişimi ile ölenlerin beyin omurilik sıvısında serotonin metaboliti maddenin sağlıklı ölümlere göre 10 misli daha az bulunması ile serotonine dikkati çekmiştir.
Depresyondaki kişilerin beyinlerinde enerji transferinde yavaşlamanın olması diğer dikkati çeken unsur olmuştur.
Sonuçta Depresyonda beyin bilgi işlem faaliyetini tam yapamamaktadır. Özellikle duygu yönetimi ile ilgili beyin alanları işlev bozukluğu göstermektedir.
Hayattan zevk alma ile ilgili beyin salgılamasının yeterli olmaması elem, keder, neşe-sevinç kaybı, uyku bozukluğu, iştah bozukluğu, yorgunluk, enerji azalması, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtileri açıklar niteliktedir.

Görüntülemenin önemi
Psikiyatride ilaç tedavisindeki başarının son yıllarda artması, farmakolojik iyileşme yapan ilaçların yoğun olarak tedavi ediciliğinin görülmesi bu konuda büyük yatırımlar yapılmasına yöneltmiştir.
Beyindeki biyolojik anormalliklerin ortaya konulması karışık ve uzun bir iştir. Hastalık tanısında, tedavisinde ve hastalığın seyrinde bazı yöntemlerle sonuçlar alınabilmektedir.
Bazı göstergeler yalnız hastalık zamanında ortaya çıkar. (State Markers) Bazı göstergeler ise hastalık öncesinde ve sonrasında vardır. (Trait Markers). Durum ve yatkınlık göstergeleri de denilen bu göstergeler çok çeşitlidir. Sinir hücreleri, Beyin omurilik sıvısı, ilaçların kan düzeyleri, bazı enzimlerin ve hormonların ölçülmesi, beyin psikofizyolojik ve nöroanotomik ölçümleri sayılabilir.
Biyolojik ölçümlerin duyarlı, özgül ve bölgesel özelliklerinin olması değerini arttırır.

SPECT: Nükleer olarak radyoaktif madde ile işaretlenmiş maddeler kullanılarak beyin kan dolaşımı ölçülür. Daha çok beyin kabuğunu gösterir.

PET: Beynin glikoz, oksijen, metabolizmasını radyoaktif işaretlenmiş maddelerle haritalama özelliği ile anlama esasına dayanır. İşaretlenmiş serotonin in agonisti maddelerle beynin serotonin, üst kimyasal iletici haritasını çıkarmak mümkün olmaktadır.
Bu iki yöntem çok pahalı ve özel yöntemlerdir. Halen günlük pratikte kullanılamamaktadır.

CEEG, MAP : MR ve BT gibi yöntemler beyinde yapısal değişiklikleri gösterir. Yani tümoral, yer kaplayan anormallikleri belirler. Depresyonda beyin faaliyetlerini ölçebilmek gerekmektedir.
İşte Bilgisayarlı EEG (Elektroensefalografi) yöntemi ile beyin elektrik faaliyetlerini kaydedilmektedir.
Beynimizin bir saniyede ürettiği sinyal sayısının bilgisayar teknolojisinin çok ilerlemesi ile sayabilmemiz bize bu kolaylığı sağladı.
Beynimizin hızlı ve yavaş ürettiği sinyaller (frekanslar) sayılarak haritalamasının yapılmasına da beyin haritalaması denilmektedir.
Kişinin başına geçirilen bir başlıkla vücuda herhangi bir madde vermeden beynin ürettiği sinyaller ölçülmesi ve bunun bilgisayarda kayıtlı veri bankasındaki değerlerle test edilmesi o kişinin beyninin biyoelektrik faaliyetlerini gösterir.
Tedaviden önce beynin biyoelektrik haritası alınır. Tedavisinin aşamalarında 1.5,3,6 ncı aylarda bireysel ihtiyaca göre tekrar ölçümler yapılar. İlk ölçümle son ölçümler karşılaştırılarak beyindeki normal dışı değişikliklerin düzelip düzelmediği gözlemlenir.
Eğer tedaviye iyi cevap verirse ilacın biyo yararlılığı test edilmiş olur. Eğer beyindeki ölçülen değerler devamlı yüksekse, hastalığa yatkınlık devam ettiği düşünülerek ilacın devamı konusunda daha dikkatli davranılır.
Görülüyor ki teknoloji ilerledikçe insanın beyin ve ruh sağlığına faydalı olmak daha da kolaylaşmaktadır.

Prof. Dr. Nevzat TARHAN
Yalan, Beyinde Görüntülenebiliyor
 
 
ABD’li bilim adamlarının yeni araştırması, yalan söyleyen insanların beyninin, doğruyu söyleyenlere oranla büyük değişiklik gösterdiğini ortaya koyuyor.
FMRI ya da Fonksiyonel Manyetik Rezonans Imaging (görüntüleme) yöntemi kullanılarak yapılan araştırma, sadece yalan söylerken beyinde neler olup bittiğini göstermekle kalmıyor, yalan makinası konusunda yeni bir teknoloji sağlıyor.
Philadelphia Ünversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan araştırmayı yürütenlerden Dr. Scott Faro, yalan söylerken beynin bazı özel bölgelerinin değişiklik gösterebileceğini ve bunun da fMRI ile ölçülebileceğini belirterek, ayrıca doğruyu söylerken de yine bazı bölgelerin değişikliğe uğrayabileceğini kaydetti.
Deneyde, gönüllülere oyuncak tabancayla ateş etmeleri ardından da bunu yapmadıklarını söylemeleri, diğer gönüllülerden de gerçeği anlatmaları istendi. Beynin gerçek zamanlı görüntüsünü veren fMRI teknolojisinin kullanıldığı deneyde, yalan söyleyenlerle doğruyu anlatanların beyinleri arasında açık bir değişiklik saptandı. Doktorlar, yalan sırasında beynin 7, doğruyu söylerken de 4 bölgesinde faaliyet saptadıklarını belirterek, ayrıca yalan söylemenin doğruyu söylemekten daha çok çaba gerektirdiğini belirlediklerini kaydettiler.
Beynin ön tarafını etkiliyor
ABD’li araştırmacılar, yalan söylemenin beynin ön tarafında, orta iç, ön-merkez, “hippocampus” ve orta geçici bölge ile limbic bölgelerinde faaliyete yol açtığını belirterek, doğruyu söylerken de beynin ön yuvarlak, geçici yuvarlak ve “cyngulat gyrus” bölgelerinin faaliyete geçtiğini söylediler. Bilim adamları, bu teknolojinin etkin bir yalan makinası olarak kullanılabileceğini, özellikle terör zanlıları ve karmaşık kriminal vakaların çözümünde yararlı olabileceğini belirtiyorlar.

Beynin Alanları
 
 
Beynin temel yapısıyla ilgili sonuçlar, ham bilgiyi alan, işleyen ve geri gönderen bir girdi-çıktı sistemi olduğunu açığa çıkardı. Bu da, her sinirin geri besleme yoluyla etkinleştiğini gösterdi. Beynin, küresel bir devlet gibi değerlendirilebilecek ağ sistemiyle oluşan doğası, milyarlarca hücrenin çıktılarını kontrol etmesi üzerine kurulu. Sinirlerin hareketlenmesi mi beyni oluşturuyor, yoksa beyin mi sinirleri hareketlendiriyor? Cevap şu şekilde verilebilir. Bilgisayarlarda girdi ve çıktı işlemleri tümüyle birbirinden ayrılmıştır. Ancak beyin için aynı şey söylenemez. Olağanüstü organik yapısı nedeniyle, bütün ile parçalar iç İçe geçmiş durumda. Küçük ve büyük parçalar bir arada evrim geçiriyor.
Bu nedenlerle nörologlar, beynin fotoğrafını daha ayrıntılı çekmeye zorlandılar. Felç, tümör, travma ve yaralanma gibi beyin hasarlarının incelenmesi, beyinle ilgili bir başka gerçeği daha gündeme getirdi: Farklı işlem bölümlerine ayrıldığı. Görme, duyular, konuşma ve motor kontrol gibi işlevlerin alanları ayrı. Beyin tarama cihazlarının yarattığı heyecanın nedeni de buydu. Biyoloji, İnsan genom projesiyle amacını gerçekleştirdi. Nörologların en büyük tutkuları ise, beyin harita-lama projesiydi.
Ancak büyük umutlar, taramaların başlamasından kısa bîr süre sonra suya düştü. Evet, beyin etkinlik merkezlerine sahipti. Konuşurken, sol yarımküredeki olası dil bölgesi etkini eşiyordu. Ancak hemen ardından, beynin tüm alanlarında hareketlilik görülüyordu. Özel noktaların yanında, bütünsel bir işletim sisteminin varlığı açıktı. Beyinde hiçbir bölüm, tek başına, diğerlerinden bağımsız bir eyleme girişmiyordu.
Bilgisayar dünyasında yaşanan gelişmeler, bilim insanlarında beyin hatlarının kesin şekilde çizilmiş haritalarının çıkarılabileceği umudunu doğurdu. Tam tersi, bilim İnsanları beynin genelleştirme eğiliminde olduğunu buldular. Beynin ne zaman nasıl davranacağı kestirilemiyordu. Bir bölge koşullarda farklı yüzünü gösterebiliyordu. Basitçe örneklemek gerekirse çevresine uyum sağlayan bukalemun gibiydi. Şu anda nörolojinin geldiği nokta bu. Eski basitlikler, yeni karmaşıklıklara yol açıyor. Laboratuvar ortamında bilim insanları, her geçen gün bilinmeyen bir durumla karşılaşıyorlar. Tıpkı ardı ardına dizilen domino taşlan gibi Uzun bir uğraş sonrasında tek bir taşın devrilmesi, o güne kadarki kazanımları silip atabiliyor. Beynin yapısı, kimyası ve işlevlerine ilişkin araştırmaların yanı sıra, nörobiyolojinin üstesinden gelmeye çalıştığı bir sorun daha var: zihinle beyin arasındaki ilişkiyi çözmek. Beynin en karmaşık konusu zihnin en gizemli yanlarından biri de, acı çekmekten utangaçlığa kadar pek çok şekle bürünebilen bilinç ya da şuur...

Kaynak: Focus Ekim 2003
Bunları Biliyor Musunuz?
 
 
• Beynin yaklaşık yüzde 801 su, yüzde 10u yağ ve yüzde 8'i proteinden oluşuyor. Geri kalan bölümünü karbonhidrat, tuz ve diğer mineraller kaplıyor.
• Kalın sinirler, bir mesajı yaklaşık olarak saatte 400 km. hızla taşıyor. Ancak beynin genelindeki trafik, saatte 20 kinden daha düşük bir hızda seyrediyor.
• Beynin kıvrımları yayıldığında elde edilen korteks, standart A4 kâğıdı büyüklüğünde gri madde tabakası oluşturuyor.
• Beyin, loş bir lambayı aydınlatabilecek kadar enerji yakıyor. Vücut ağırlığı nın sadece 50de biri kadar olan beyin, vücudun oksijen ve glikoz ihtiyacının beşte birini tüketiyor. Beynin dünyada olup biteni algılaması zaman alıyor. Örneğin, 100 metre yarışçılarının silah sesini duyduktan sonra start almaları saniyenin sekizde birinde gerçekleşiyor. Beklenmedik bir şeye verdiği tepki ise, yaklaşık yarım saniyeyi buluyor.
• Uyku halinde düşünme eylemi sürüyor. Zihni kurcalayan karmaşık düşün celer bulanık bir biçimde etkinliğini devam ettiriyor. Ancak hafıza kapalı olduğundan bunlar unutuluyor.
• 20 kişiden biri (genellikle kadınlar) akılda kalıcı zihinsel düşler kurduğunu söylüyor. Bu günlük fantezilerin, gerçeğe çok benzediğini de vurguluyor.
• Göz beynin bir parçası. Diğer duyu organlarının sinirleri beyinde buluşsa da, gözün retinası beyin dokusundan oluşuyor.
• Vücut oranı esas alındığında, insanlar en büyük beyne sahip. Ancak bir fil beyni insanınkinden 4 kat, dev mavi balinanınki ise 5 kat büyük.
Beynin Bilinmeyenleri
 
 
Beyin tarama teknolojileriyle nörolojik bilimlerde önemli gelişmeler yaşandı. Binlerce beyin görüntüleme araştırması, nörologlara beynin nasıl çalıştığına ilişkin bilgiler sağladı. Peki, bu araştırmalar beklentileri karşıladı mı? Beynin bilinmeyen dünyasına ilişkin yeni olarak neler keşfedildi?
Beyin... Milyonlarca işlemin aynı anda yürütüldüğü, organik ve kimyasal bir mekanizma. Hepimiz için çözümü çok zor bir bilmece. Koku almak için burnun, görmek için gözün, işitmek için kulağın varlığı yeterli değil. Bu verilerin beyindeki sinirler tarafından algılanması, tanımlanması ve işlenmesi gerekli. Bunlar beynin mekanik işleyişiyle ilgili ve bir yere kadar sistematiğini anlamak kolay. Ya akıl, zekâ, bilinç ve düşünme gibi bilişsel süreçler? Nöroloji (sinir bilimi), 199O'lı yıllarda atılım yaptı ve binlerce araştırmacı, milyar dolarlık bütçeler bu alana kaydı. Bu patlamanın en önemli nedeni, f-MRI (Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntülemesi) gibi yeni tarama cihazlarının geliştirilmesi ve bu konuda artan umutlardı.
Bu, sadece çekici bir bilimsel keşfin zaferiyle sınırlı değildi. Nöroloji altın bulmuştu. Yaşlı nüfusun üçte bîrini pençesine alan Alzheimer'ın anlaşılması ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesini sağladı. Depresyon veya hiperaktivite gibi beyin hastalıklarının tedavisinde çığır açıldı. Hatta, hafızayı ve zekâyı geliştirmeye yönelik ilaçlar üretildi. Merkezi ABD'de bulunan Nöroloji Derneği'nin (Society for Neuroscience) her yıl düzenlediği toplantılara 23.000'i aşkın genç bilim insanın katılması, bilim dalma ilginin arttığının en açık göstergesi. Ancak, geride bırakılan 10 yılda somut anlamda ne tür ilerlemeler kaydedildi? Beynin gizemli yanları açığa çıkarılabildi mi?
Hem evet hem de hayır... Nöroloji, sinirlerin birleşme noktalarına az sayıda molekülden oluşan ilaç enjekte edebilen mikro pipetlerden, gen aktarma deneylerine kadar devrim yaratan araştırma tekniklerini geliştirdi. Buna karşın, sayısız araştırma tezine rağmen, bilim insanları, hâlâ çok az veriye sahipler.
En azından güçlü bir bilgiye ulaşıldı: Beynin üzerindeki yumrular, karmaşıklığını gösterir. Beyin için hep bilgisayar benzetmesi yapılır, halbuki bilgisayar beyne oranla çok daha basit bîr cihaz. Çünkü beyin mekanik değil, organik: Öğreniyor, öngörüyor, gelişiyor ve uyum sağlıyor. Dolayısıyla, bilince sahip bir düzenek. İşlemleri bir bütün olarak, sağlam ve tutarlı şekilde gerçekleştiriyor. Nörolojinin bugüne kadar çözebildiği, karmaşık işlemler denizinin silik bir silueti.
Organik yapı
Beyin, elektrokimyasal devrelerle birbirine bağlanmış beyin hücrelerini tanımlayan sinirlerden (nöron) oluşuyor. Her sinir, sinyalleri alarak işliyor. Sinir ağlan, çok sayıdaki bağlantılarını zayıflatarak ya da güçlendirerek anıları saklıyor, hafızayı oluşturuyor. Alışılmadık bir deneyimle karşılaşılması, örneğin Mona Lisa'nm portresine bakılması, hücrelerin kendi aralarında farklı düzenlemelere gitmesine yol açıyor. İlgili sinirler, aniden bağlantılarını güçlendiriyor ve karşılaşılan modeli tanımlamaya çalışıyor. Kaydedilen bu veriler, ikinci deneyimde işlemi daha hızlı gerçekleştiriyor. Tekrarlanan işlemler bütünü, yaşamın zihinsel görüntüsü olarak beyinde saklanıyor.
Bu, bilgiyi hem hatırlayıp hem de simgeleştirebilen esnek yapının, yani sinir ağının temelini oluşturuyor. Mantıksal açıdan organik, çünkü devreler kullanıma bağlı olarak gelişiyor. Ası! şaşırtıcı olan beyin ağının ölçeği. 1,4 kg. ağırlığındaki yetişkin insan beyni, yaklaşık 100 milyar sinire sahip. Bu sinirlerin her biri, komşu sinirle 1.000-500.000 bağlantı noktasıyla temas ediyor. Bağlantılar, farklı kimyasal özelliklerde yaşanıyor ve her sinirin karmaşık iç sistemi var.
Beynin temel olarak sinir ağlarından oluştuğu fikri, bilim insanlarının mikroskop altında gri maddeyi incelemesinden beri mevcut. Ancak, 199O'lı yıllarda bu bilgiye etki edebilecek yenilikler yaşandı. Saç teli kalınlığında elektrotlar kullanılarak maymun beynindeki sinirler tek tek gözlendi. Araştırma sırasında, hayvanın ilgi durumuna göre hücre etkinliğinin değiştiği saptandı. Maymuna bir seki! gösterildi. Şekilden oluşan bu uyarana ilgisi arttığında, sinirlerin hareketini gösteren ışıklar daha canlı hale gelirken, ilgi duymadığı şekillerde sinirin yaydığı ışığın azaldığı görüldü.

Beyin, Hareketleri Nasıl Öğreniyor?
 
 
Yeni bir beden ya da dans hareketi öğrenmek istediğimizde, beynimizde önce bu hareketlerin kaba taslak çizimleri yapılmakta ve bunlar daha sonra ayrıntılı hale getirilmekte.
Amerikalı bilim adamları bu ilkeyi bir çubuk üzerinde dengelerini yitirmemeleri gereken farelerle yaptıkları deneyler sırasında keşfettiler. Duke Üniversitesi bilim adamlarından Rui Costa’nın konuyla ilgili araştırması ‘Current Biology’ dergisinde yayımlandı. Deney hayvanlarının beyinlerine sinir hücrelerinden yansıyan elektrik tepilerinin ölçülmesine izin veren zar inceliğinde teller aktarılmış. Bilim adamlarının en fazla ilgisini çeken özellikle de daha önceki araştırmalarda hareketlerin öğrenilmesinden sorumlu tutulan, motor korteks ve dorsal doku tabakası olmuş. Fareler daha sonra git gide hızlanan bir çubuk üzerine yerleştirilmiş. Üç gün tekrarlanan bu alıştırmalar sırasında hayvanların dengelerini ne kadar iyi koruyabildikleri izlenmiş. Hayvanlar ilginç bir şekilde en büyük gelişmeyi ilk alıştırma evrelerinde göstermişler. Bu öğrenme etkisi motor korteks ve dorsal doku tabakasındaki etkin sinirlerin artışıyla ortaya çıkıyor. Daha sonraki alıştırma evresinde başarının yavaşlaması sinir etkinliğindeki motifin değişmesiyle ilgili.
Öyle anlaşılıyor ki hareketlerin ayrıntılı bir şekilde işlenmesi sırasında iki beyin bölgesi farklı görevler üstleniyorlar. Bilim adamları şimdi elde ettikleri sonuçlar sayesinde, Parkinson ve Huntington hastalığıyla ilgili yeni bilgilere ulaşmayı umuyorlar.

Kaynak: Hürriyet Bilim Dergisi, 31 Temmuz 2004
Depresyon Beyni Değiştiriyor
 
 
Kanada'da yaşları 13 ile 18 arasında değişen gençler üzerinde yapılan bir araştırma, beynin hafızayla ilgili bölgesinin, depresyon altındaki gençlerde gelişmediğini ortaya çıkardı.
Kanada'daki Dalhousie Üniversitesi Anatomi ve Nörobiyoloji Bölümü'nde çalışmalarını yürüten araştırmacı Frank MacMaster, yaşları 13 ile 18 arasında değişen 37 genç üzerinde yaptığı araştırmada ilginç sonuçlara ulaştı.
MacMaster'ın araştırmasına katılan 34 gençten 17'si ağır depresif rahatsızlık altında bulunuyordu. Gençlerin beyinleri manyetik görüntüleme teknikleriyle incelendiğinde, beynin hafıza, motivasyon ve duygusal kontrol ile ilgili bölgesi olan "hippocampus"un, depresif rahatsızlığı olan gençlerde, sağlıklı gençlere oranla ortalama yüzde 17 daha küçük olduğu saptandı.
MacMaster, gençlerde görülen ağır depresyonun, ebeveynlerin tutumlarından çok, biyolojik ve tıbbi bir durum olduğuna dikkat çekti.

ABD'DEN DE BENZER SONUÇLAR
Washington Üniversitesi Anatomi ve Nörobiyoloji Profesorü Joseph L. Price ise, yetişkinler üzerinde yaptığı araştırmada benzer sonuçlara ulaştı. Ağır depresyon altında olan yetişkinler ile sağlıklı yetişkinlerin hippocampus bölgeleri arasında hacim farkı olduğu sonucuna ulaşan Price, bazı tür beyin hücreleri arasında da farklılıklara rastladı.

DEPRESYONLUNUN ÇOCUĞU DA NASİBİNİ ALIYOR
Price'ın araştırmalarında ayrıca, ağır depresyon altındaki yetişkin kadınların, beynin sağ ve sol loblarını birbirine bağlayan "corpus callosum" bölgelerinin, sağlıklı kadınlara oranla daha küçük olduğu ve bu kadınların çocuklarında da aynı sonuçların gözlendiği ortaya konuldu.
(aa)

KAYNAK:www.hurriyetim.com.tr
Geç Konuşmanın Sırrı Tabii ki Beyinde
 
 
Gazetelerde BBC-Londra çıkışlı bir haber yer aldı. Haberin başlığı “Geç Konuşmanın Sırrı Beyinde” . Haberde Miami Çocuk Hastanesinde yapılan bir araştırmanın verilerine yer verilmiş. Araştırmada zamanında konuşan ve konuşmada geç kalan çocukların beyinleri incelenmiş. Normal konuşan çocuklarda sözcüklerin algılanmasında sol beyin yarısı hareketlenirken, geç konuşan çocuklarda sol beyinde bir hareketlenme gözlenmezken, sağ beyin hareketlenmiş.
Bu araştırmanın sonuçları öteden beri hakkında tartışmalar olan geç konuşma ve geç konuşmayla birlikte ortaya çıkan kekemelik ve otizm gibi durumların nedenleri konusunda ilginç çağrışımlar yapıyor. Her şeyden önce, çok yaygın olan bir inanışın artık söz konusu olamayacağını bize gösteriyor. Bu inanış, bilindiği gibi, geç konuşma, kekemelik gibi durumları çocuklukta geçirilmiş bir korkuya bağlayan inanış. Her çocuk korkuyor, korkutuluyor ama bir bölümünde bu sorunlar yaşanıyor. Ayrıca bu çocukların aileleri sorgulandığında yakınlar arasında büyük oranda benzeri yakınmalara rastlanıyor.
Geç konuşan çocuklarda sözcüklerin sol değil de sağ beyin tarafından algılanması bazı anlamlar içeriyor. İnsanların çok büyük çoğunluğunda sözcükler sol beyin tarafından algılanıyor ve ifade ediliyor. Bunun nedeni konuşma ve anlama merkezlerinin bu beyin yarısında olması. Buna karşın, sağ beyin daha çok kelimesel olmayan ses ve şekillerle ilgili. Araştırmanın bulguları sözcüklerin geç konuşan çocuklarda dille ilgili olmayan beyin yarısı tarafından algılandığını, sol beyinde ise bu konuda bir gecikme olduğunu gösteriyor. Bu da bu çocuklarda beyin organizasyonunda bir terslik, bir farklılık olduğunu gösteriyor. Kekemelikte de çoğu kez konuşmanın geç başlaması öyküsü var. Dolayısıyla aynı neden kekemelik için de söz konusu olabilir. Bütün bunların oluşumunda eskiden inanıldığı gibi dış şartların etkisinden çok artık beyinle ilgili genetik ve gelişimsel nedenlerin üzerinde duruluyor.
Bu tür problemlerin araştırılmasında beyin gelişiminin hem işlevsel olarak hem de elektriksel olarak incelenmesi önem taşıyor. Bu tür incelemeler merkezimizde yapılıyor. Ayrıca uygun çocuklarda kekemelik için terapiler ve manyetik yoldan beyin uyarılması deneniyor. Evet, geç konuşma ve bununla birlikte giden problemlerin sırrı beyinde. Bu tür problemlerin incelenmesi, tanısı ve tedavisi de beyinle ilgili yaklaşımlardan geçiyor.

4 Aralık 2003
Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ
Beyin Dalgaları
 
 
Beyinden yayılan elektrik sinyalleri kafatasına bağlanan alıcılarla ölçülebiliyor. Elektroensefalogram (EEG) denen bir aletle ölçülen bu sinyallere "beyin dalgaları" deniliyor. Esas olarak 4 tür beyin dalgası var. Bunlar alfa, delta, teta ve beta ilk bulunan beyin dalgasına, Yunan alfabesinin ilk harfi olan alfa deniyor. Bu dalgalar, bir voltun milyonda biri kadar düşük bir voltaja sahip. Saniyede 10 kez salınan alfa dalgaları bir görülüyor bir kayboluyor, yani sürekli mevcut değiller. Örneğin, derin uykuda ya da aşırı heyecan durumlarında bu dalga neredeyse hiç yok. Alfa dalgaları, genellikle insanın rahat olduğu, çok fazla efor sarf etmediği durumlarda görülüyor. Delta dalgaları, uykunun derin evresinde ortaya çıkıyor. En fazla saniyede 4 kez dalgalanan delta dalgaları, en yavaş titreşen dalgalar. Teta dalgaları uykuya geçerken ya da uykunun ilk evrelerinde görülüyorlar. Bunlar biraz daha hızlı; saniyede 4-7 kez salınıyorlar. Beta dalgaları çok stresli durumlarda, kafamızı toplayamadığımız ve dikkatimizi veremediğimiz zamanlarda ortaya çıkıyor. Saniyede 13-40 kez salınan beta dalgaları alfa ve teta dalgalarından daha hızlı. Son yıllarda üzerinde çalışılan diğer bir dalga türü de "gama". Gama dalgaları saniyede 40 kez titreşiyor. Bu dalganın, algılama bilinç ve entelektüel düşüncenin kaynağı olduğu düşünülüyor.
Her bir dalga türü, bilinç durumunun bir aşamasıyla bağlantılı. Bu dalgalar arasında eşgüdümlü bir geçiş sağlanamazsa çeşitli sorunlar ortaya çıkıyor. Örneğin, gerektiği zamanda delta ve teta dalgaları oluşmazsa, kişide uykusuzluk sorunu bağlıyor. Arabanın viteslerine benzetilecek olursa, delta birinci, teta ikinci, alfa üçüncü ve beta dördüncü vites. Arabayı kullanırken nasıl her vitesin ayrı önemi varsa, her dalganın da kendine göre bir önemi var. Bu viteslerin geçişinin oldukça yumuşak olması gerekirken, durum her zaman böyle değil. Örneğin bir pazartesi sabahı, uykumuzun en derin yerinde delta dalgaları üretmekte olan beynimiz, alarmın çalmasıyla bir anda stresli bir güne başladığımızı hatırlayıp beta dalgaları üretmeye başlıyor. Bir fincan kahve sonrasındaysa alfa ve teta dalgalarını iyice baskılayıp beta dalgalarına kendimizi alıştırmaya çalışıyoruz. Beynin zıt dalgalara ani geçişi, insanda stres yaratabiliyor. Alfa dalgaları günlük performansımızı artıran, beyni stresten koruyan ve genellikle yaratıcı olmamızı sağlayan dalgalar. Bu nedenle bu dalganın baskılanması insanda gerilim, yani stres oluşturuyor. Yaratıcılığımızı ve günlük hayatımızdaki performansımızı geliştirmek için delta dalgalarının artırılması gerekiyor. insanın kendisini rahatlatarak stresten uzak kalması, bu dalgaları artırıp performansımızı yükseltiyor.

Beyin Dalgalarını Kullanmak
Beyin dalgalarını kullanarak cihazları çalıştırmak, artık hayal olmaktan çıkıyor. Duke Üniversitesi'ndeki bilim adamları maymunların beynine yerleştirdikleri elektrotlarla, beyin dalgalarını bir bilgisayara aktardı. Maymunlar, çeşitli hareketleri yaparken elde edilen dalgalar bir bilgisayarda toplandı. Bir nesneyi tutmak, el çırpmak gibi basit hareketler sırasında elde edilen beyin dalgaları bilgisayar tarafından analiz edilerek sinyallere, bu sinyaller de üç boyutlu görüntülere çevrilerek, bilgisayara bağlı bir robot koluna aktarıldı ve böylece kolun hareketi sağlandı. Bu çalışmalar oldukça umut verici. ikinci aşama, robot kolunun maymunlar tarafından algılanmasını ve idare edilmesini sağlamak. Bilim adamları bu çalışmaları daha da ileri götürdü. Berlin'deki bir grup araştırmacı kafaya 128 adet elektrot yerleştirerek EEG ile insan beyin dalgalarını, saptayıp bunları bir bilgisayar programına veri olarak giriyorlar. Bu program, dalgaların ayırımını yapıyor ve hangi dalganın hangi harekete ait olduğunu kısmen de olsa söyleyebiliyor. Tabii tüm dalgaların çözümlemesini yapmak oldukça zor; çünkü beyinde aynı anda birçok bölgeden dalgalar yayılıyor. Ancak bazı basit hareketler, bilgisayar sayesinde önceden belirlenebiliyor. Örneğin, kişinin sağ ya da sol elini kullanacağı, yaydığı dalgalar sayesinde önceden anlaşılıyor.
ABD'deki Rochester Üniversitesi bilgisayar bilimleri laboratuarında geliştirilen bir bilgisayar sayesinde, televizyon beyin dalgalarıyla uzaktan kumanda edilebiliyor. Bilgisayarı açıp kapatmak isterken insan beyninden yayılan dalgalar bilgisayar tarafından algılanıyor. Bilgisayar hangi dalganın açma, hangi dalganın kapama olduğunu ayırt edebiliyor. Bu sinyaller televizyona gönderilerek kontrol sağlanıyor. Böylece kişi televizyonu açmak istediğinde yayılan dalgalar "aç" olarak algılanarak televizyon açılıyor. Kapatmak istediğindeyse bilgisayar tarafından algılanan "kapa" dalgası televizyonu kapatıyor. Tabii bu buluş tembel televizyon bağımlıları için yapılmış değil. En önemli amacı, yerinden kalkamayan ve hareket edemeyen felçli hastaların kendi kendilerine yeterli olmalarını sağlamak. Almanya'da yapılan bir başka çalışmadaysa beyin dalgaları kullanılarak felçli bir hastaya bir cümle yazdırıldı. Beynimizden yayılan dalgalar oldukça karmaşık. Aynı anda birçok nöron ateşleme yaparak elektrik yayıyor. Bunları teke tek algılayarak çözümlemek oldukça zor. Bir konser salonundaki alkışların tek başına değil de toplu olarak algılanması gibi, beyindeki olumlu ya da olumsuz sinyaller bilgisayar tarafından kabaca algılanabiliyor. Felçli bir kişiye ilk önce alfabenin yarısı gösteriliyor. Eğer istediği harf o yarıdaysa beyindeki evet sinyalleri algılanıyor. Daha sonra bu kısım tekrar ikiye bölünerek işlem tekrarlanıyor, ta ki istenilen harf bulunana kadar. Adeta küçükken oynadığımız sıcak soğuk oyunu gibi hedefe yavaş ama emin adımlarla yaklaşılıyor. Bu yöntemle bir sözcüğün yazılması 16 saat kadar sürebiliyor. Buna karşın, bütün gün uğraşarak arkadaşına doğum günü kartı yollayan felçli bir hastanın aldığı zevk tüm çabalara değiyor.

Beyin Çipleri
Yalnızca beyin dalgalarıyla çeşitli cihazları kullanmak için yapılan çalışmalar, neredeyse baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Artık beyin dalgalarını algılamak için kafaya onlarca elektrot yerleştirmek gerekmeyecek. Geçtiğimiz yıl Brown Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmada maymunların beynine yerleştirilen bir mikroçip sayesinde beyin dalgaları algılanarak bilgisayara gönderildi. Bunu yapmak için ilk önce, maymunlara bilgisayar ekranında renkli bir nokta gösterildi. Daha sonra ellerindeki kumandayı kullanarak bu noktayı hedefe götürmeleri öğretildi. Maymunlar bunu öğrendikten sonra beyinlerine bir mikro almaç yerleştirilerek sinyaller bilgisayara yönlendirildi. Ellerinde kumanda olmayan maymunlar ekrana renkli nokta gediğinde bunu yalnızca düşünerek hedefe yönelttiler. Böylece ellerini hiç kullanmadan oyunlarına devam edebildiler.
Bilgisayar programlarının geliştirilmesi sayesinde beyindeki dalgaların hangi merkezden ve ne amaçla yayıldığı daha iyi anlaşılabilecek. Bu çalışmalar sayesinde belki de yakın bir gelecekte insan beynindeki tüm düşünceleri okumak mümkün olabilecek. Kafaya yerleştirilen küçük bir çip sayesinde insan beyninden yayılan düşünce dalgaları söze ya da yazıya dönüştürülebilecek. Böylece ağzımızı ve ellerimizi kullanmadan düşüncelerimizi bilgisayar yardımıyla söyleyebilecek ve yazabileceğiz. Geliştirilen bu teknolojiler sayesinde birçok araç ya da cihaza uzaktan kumanda edilebilecek. Bu gelişmeler, konuşma ve hareket bozukluğu olan ya da felçli hastalar için çok önemli. Beyin dalgalarıyla kontrol edilen robotlar felçli hastaların hayat kalitesini artıracak. Önümüzdeki yıllarda beyin dalgalarını algılamak için, belki de kablolara da gerek olmayacak. Geliştirilecek olan sistemler sayesinde, cep telefonlarının havadaki sinyalleri algılaması gibi, çevreye yayılan beyin dalgaları da algılanabilecek. Bu gelişmeler çeşitli hastalıkların tedavisinde çığır açarken diğer bir taraftan insan zihninin mahremiyetini de ortadan kaldırabilecek. Bilimin bu hızlı gidişine bakılırsa, cebimizde taşıdığımız küçük bir cihazla karşımızdaki insanın ya da çevremizdeki tüm insanların düşüncelerini oku¬yabileceğiz.

KAYNAK
Bilim Teknik, Eylül 2003
Beynimiz Dinlenirken Üretiyor
 
 
Dinlenme sırasında beynin daha kolay algılayıp sentezleme yaptığını söyleyen Psikolog Yıldız Burkovik buna örnek olarak dinlenirken buluş yapan Einstein ve Newton gibi bilim adamlarını gösteriyor.
Dinlenmenin günün sıkıntı ve gerginliğini alıp insanı hayata yeniden hazırladığını söyleyen Psikolog Yıldız Burkovik, dinlenmenin aynı zamanda kişiye sağlıklı bir iletişimi sağladığını belirtiyor. Çünkü zihni yatışmış, bedenen dinlenmiş kişi, Burkovik'e göre, karşısındakini dinlemeyi ve karşısındakinin de kendisini sağlıklı bir biçimde dinlemesini sağlar. Ayrıca dinlenmenin beynin daha kolay algılayıp, bilgileri sentezleyebilmesinde önemli rolü olduğunu dile getiren Burkovik, "Bu yüzden çoğu buluş dinlenme esnasındayken gerçekleşmiştir. Einstein ve Newton buluşlarını dinlenirken sonuçlandırmışlardır" diyor.

Gerilim kemik eritiyor
"Peki hangi yolla en iyi şekilde dinleniriz?" şeklindeki sorumuzu Burkovik, şöyle cevaplıyor: "Kelime oyunu, yap-boz, tenis gibi oyunların beynin gereksiz ayrıntılarla meşgul olmasını engelleyerek kişinin rahatlamasını sağlar."
Yorgunluğunu atamayan kişinin istenmeyen sonuçlarla karşılaşabileceğini belirten Burkovik, gerilimin vücudu yıprattığının altını önemle çiziyor ve ekliyor: "Dinlenmeyen insan gergin olur ve vücudunda kas gerginlikleri meydana gelir. Damarlarda daralmalar ortaya çıkar. Dolayısıyla hücrelere giden kan miktarında azalma meydana gelir. Damarlar farklılaştığı için, bu durum beyin kanamalarına kadar gidebilir. Eğer vücutta herhangi bir bölge veya organ hassas ise orada hasar oluşmaya başlar. Önce gastrit, ülser, sonra da mide kanseri oluşabilir. Hattâ gerginliğin, kadınlarda kemik erimesinin hızlanmasına dahi sebep olduğu belirtiliyor. Ayrıca bağışıklık sistemi bozulur."
Gerilimin insan ilişkilerini de olumsuz etkilediğini dile getiren Burkovik, "kendimizi rahatlatacak şeyleri sık sık düşünmeliyiz, çok derin ve detaylı düşüncelerden uzak kalmalıyız" tavsiyesinde bulunuyor. "İyi bir şekilde dinlenmek kişinin kendisinin elindedir," diyen Burkovik. Alfa denilen rahatlama dalgalarının dinlenme sırasında ortaya çıktığını ve kişinin de hayal gücüyle bu dalgaları daha arttırarak fizikî ve ruhî rahatlama sağlayacağını ifade ediyor.

Kaynak: Yeni Şafak Gazetesi, 12 Mayıs 2005
Beyin Sağlığı ve Unutkanlık Arasındaki İlişki
 
 
Endüstri devrimi ile kol gücünün yerini makine gücü aldı. İnsanlık tarihi büyük değişim yaşadı. Bilgisayar devrimi ile zihin gücünün yerini bilgisayarlar alarak çağımız bilgi çağı ismi ile damgalandı. Günümüzde güç ve kuvvet bilgi ve teknolojinin eline geçti.
Dünyada bilginin ikiye katlanma hızı eski çağlarda bir insan ömrü iken şimdi 8-10 yıla inmiş durumda. Bu bilgi yoğunluğu içerisinde ayakta kalmak ve başarılı olmak için bilgilerin kaynağı, deposu, sentezlendiği yer olan insan beynini iyi bilmek ve iyi kullanmak büyük önem taşır.

Mucize Organ
İnsan beyni 1,5 kg lık bir mucizedir. 140 milyar hücre ihtiva eder. Bir hücrenin diğer hücre ile bağlantısı 5-10 bin kadardır. Prof. Russel “The Brain Book” isimli kitabında 1 gr beynin dünyadaki telekominikasyon sistemlerinden daha çok bağlantı ihtiva ettiğini belirtmektedir.
1 gr beyinde 100-150 milyon hücre vardır. Yeryüzündeki insan sayısı ise 5-6 milyar. Bu kadar insan birbiri ile aynı gün telefonla konuşmuyor ama insan beyin hücreleri sürekli iletişim halindeler. Masadan bir bardak su almak istediğimizde, kola gelen kaslara gevşeme-kasılma talimatı vermesi, bardağın sertliği, sıcaklığı, ağırlığı, hangi açı ile ağza götürüleceği gibi bir çok işlemler, hangi koordinatlarla hareket edileceğine dair bilgiler beynin işlevidir. Bunlar yapılırken olağanüstü bilgi işlem süreci işler.
İşte böyle harika bir organ kendini yenileme yeteneğine sahip değildir.Diğer beden hücreleri yenilenip değişirken beyin için tek yol kapasiteyi arttırmaktır.Bu işlem de Beyin eğitimidir. Beynini iyi bilen ve kullanan kişi başarı ve mutluluğu yakalayacaktır.

Bilgileri Akılda Saklamak
Sizi nöron, sinpps, sindptik bağlantı gibi teknik ayrıntılarla bunaltmadan şunu söyleyebiliriz.İnsan beyni elektriksel ve kimyasal ileti ile çalışan biyolojik bir bilgisayardır. Hafıza hard disk, zeka mikro işlemci, programda bizim kişiliğimiz ve ruhsal yapımızdır. Elektronik devrelerden oluşan hafızamız o kadar büyük bir kaptır ki orada bilgileri doğru sınıflandırmamızsa bilgiler kayboluyor ve biz unuttuğumuzu düşünüyoruz. Aslında bilgiler hafızamızda kimyasal harflerle yazılmış fakat biz kullanmayı bilmediğimiz için unuttuğumuzu düşünüyoruz.
Yakın ve kısa bellek dikkatin daha çok elektriksel nitelikte olduğu, orta ve uzun belleğin kimyasal nitelikte olduğu bilinir. Bilgisayarda manyetik partiküllerin “1-0” şeklinde dizilişi gibi beyinde de hem duygular hem düşünme kimyasal olarak dizilir. İşte Alzheimer gibi hastalıklarda beynin bu protein yapısı hasara uğruyor.
Beynin bilgisayarla kıyaslanması beynimizin nasıl çalıştığını en iyi anlamanın yoludur.
INPUT cihazı beş duyunun, ROM sadece okunur hafıza iç organlarımızın nasıl çalıştığı ve otonom faaliyetle ilgili bellek, RAM rast gele giriş hafızasıdır. ROM’a hiçbir müdahale yapamayız ana RAM i doğru kullanmamız gerekir.
RAM da bilgiler iki biçimde saklanır. Kısa dönemli bellek (CD sürücü), uzun dönemli bellek (HARD DİSK)

Beyinde Bilgiler Nerde Saklanır?
Her gün sanki veri bombardımanı yaşıyoruz. Beynimiz düzenli bu verilerin arasında bilgi seçer.Beynimizde filtre görevi gören alanlar var, bu alanlara önemli-önemsiz bilgileri süzer. Onayladığımız bilgiler belirli alanlara depolanır. Beyinin modüler sistemle çalıştığı konusundaki bilimsel tez gittikçe güçlenmektedir.Modülleri kişi kendiside oluşturabilmektedir.En kolay saklanan bilgilerin en çok duyulan ve tekrar edilen bilgi olduğu düşünülürse hafıza bankanız bu tüp bilgiler için bildik yollar oluşturmuştur.Bilgisayar örneğine dönersek bilgisayarda uzun süreli hafızaya dosya eklemeden önce ona özel bir isim veririz. Çok bilgiyi akılda tutmak isteyen kimse hafızası ile ilgili özel kodlama ve isimlendirme sistemi geliştirmelidir.
1981 de Nobel ödülü alan Roger Sperry beynin sol tarafının mantıksal işlevleri,sağ tarafının duygusal,sanatsal işleri yerine getirdiğini öne sürdü.Eğitimle ilgili kavram ve bilgiler beynin sol tarafının işlevi ile ilgilidir.Californiya Üniversitesinden Prof. Robert Ornstein “Beynin iki tarafını dengeli kullanabilen insanların kapasitelerinin diğerlerine göre beş katı fazla olduğu” görüşünü savunuyor.

Yedi Duyguyu Kullanmak
Görme,içitme,dokunma,koklama,tatma ve heyecan hissetme,harekete geçme,uzun ve kalıcı öğrenmek için bu yedi duyguyu beraber kullanmak güçlü hafıza demektir.Bilgileri kuma değil taşa yazan insanlar unutma sorunu yaşamayacaklardır.Hayvanlarda koklama belleği beyinde daha çok alan kaplarken insanda görsel bellek daha büyük alan kaplar.

Duygusal Hafıza
Heyecan uyandıran ve insanı harekete geçiren bilgilerin beyinde kalıcı olduğu bilinmektedir.Kaza ile veya ameliyatla beynin ön alın bölgesi ( Pre Frontal Korteks ) çıkarılan kişilerde planlama,karar verme,sosyal kurallara uygun davranma yetilerinin kaybolduğu bilinmektedir.Ayrıca beynin orta bölümlerinde yer alan “Amigdale” denilen badem büyüklüğündeki alanın cerrahi olarak çıkarıldığında kişinin olaylarla ilgili duygusal boyutunu unuttuğu ve duygusal körlük oluştuğu yeni bilimsel bulgulardır.( Antonio R.Damasio,1994 ) İnsanda gülmenin gerçek mi,kandırmaca mı olduğu , yüzümüzde gülmekle ilgili kaslardan anlaşılmaktadır. Zigomatik majör kası nezaket gülümsemesiyle harekete geçerken Orbikulus Okuli kası irademiz dışı ancak içten gelen gülmelerde kasılır.Depolanmış duygular insanın hayatında zihinsel rehberlik yapan sevk edicilerdir.Bir insanı sigaradan vazgeçirmede için onun depolanmış duygularını bilip harekete geçirmek sonuç aldırır.O kişi ölümden korkuyorsa,küçük düşmekten korkuyorsa,sevdiklerini kaybetmekten korkuyorsa ilgili duygu deposu harekete geçirilerek o kişi motive edilir.
Modern Batı felsefesi akılla duygunun birbirinden farklı şeyler olduğunu savundu.Deskartes ile başlayan Kartezyen sistem aklı tek yol gösterici olarak sundu.Akla duyguları karıştırmamak olarak özetlenen bu tez gerçek yaşamda ve beyinin nasıl çalıştığı anlaşıldıkça sarsıldı.İnsanın biriktirilmiş duygularının, hayal kurma,karar verme, plan yapma,iletişim kurma,harekete geçme ve kararları uygulamada kişisel rehberlik yaptığı yönünde görüşler gittikçe doğrulanmaktadır.

Beyin Kimyasalları
Serotonin,dopamin,norepinefrin,asetil kolin gibi kimyasallar beynin işleyişinde bilgi aktarıcı maddelerdir.
Serotonin saldırgan davranış ve hayattan zevk alma ile ilgili kimyasal maddedir.Dopaminin öğrenme ile ilgili rolü “ Dikkat Eksikliği,Hiperaktivite “ ( DEHB ) hastalığı olan çocuk ve erişkinlerde dikkati çekiyor.Yapılan araştırmalar dikkatini toplayamayan,kafa yoran şeylerden sıkılan,aceleci,sabırsız,çok konuşan,unutkan,dağınık,sık eşya kaybeden,kıpır kıpır yerinde duramayan bu insanlarda beynin ön bölgesinde dopamin az salgılanmaktadır.Nitekim beyinde dopamin miktarını arttıran ilaçlarla bu kişilerde belirgin düzelme görülmektedir.Dopaminin öğrenmenin dikkatle ilgili sürecindeki rolü ve kısa bellek için değeri yeni araştırmalara kaynak olmuştur.
Asetil kolin hafıza ile ilgili diğer beyin kimyasalıdır.Alzheimer hastalığının tedavisinde özellikle başlangıç Alzheimer de çok yararlı olan bazı ilaçlar beyinde asetil kolin miktarını arttıran ilaçlardır.Çocuklardaki öğrenme güçlüklerinde zihinsel işlevi arttırmak için beyin asetil kolin miktarını arttıran ilaçlar araştırmaları ciddi ilgi alanları oluşturmuştur.
Stres hormonu (CRF ) beyinde öğrenme mekanizmasını olağanüstü etkilemektedir.Hipofiz bezinin salgıladığı bu hormon öğrenme ile ilgili beyin bölgelerine amigdale,hipokampus ve lokuserules da uyarılma yapar.Az miktarda stres hormonu zihni açar, dikkati arttırır,öğrenmeyi hızlandırır.Aşırı salgılanması bedeni gerçekle ilgili olmayan aşırı tepkili ve alarm durumuna iter.Posttasamatik stres bozukluğu (PTSB ) denilen bir hastalık ortaya çıkar.Bu hastalıkta korku,kaygı,aşırı ihtiyat,irkilme,eskileri yaşama,duygusal uyuşukluk,zevk alamama,başkalarının hissettiği ile ilgilenmeme gibi belirtileri vardır.Bu kişilerin beyinlerinde bağlantılar bozulmuştur.Sağlıklı bir kişinin arkasına geçip aniden eline çarpsanız ilk seferinde irkilir 3-4üncü seferde irkilmez.Beyninde çok fazla stres hormonu (LRF ) salgılanan kişi irkilmeye devam eder.

Depresyonla İlişkisi veya Sürmenaj
Stres hormonu uzun süre salgılandığında beyinde hücreler arası enerji transferi ve bilgi akışını bozar. Zihinsel yavaşlama,konsantrasyon güçlüğü,dalgınlık,halk arasında sürmenaj olarak bilinen,bildiklerini unuttuğu ve kullanamadığı şeklindeki klinik tablo çıkar.Depresyonun sekiz belirtisinden birisi düşünce yoğunlaştırma bozukluğudur.( Diğer belirtiler elemli mizaç,zevk alamama,enerji azalması,uyku-iştah bozukluğu,cinsel ilgi azalması,intihar düşünceleridir.) Bazı örtülü depresyon türlerinde sadece bu belirtinin göze çarptığı unutkanlık,dalgınlık şeklinde gözüken depresyonlar vardır.Daha çok yönetici ve iş adamlarında,beyin işçilerinde görülür.

Beyin Kimyasalları Düzelir mi?
Stres,depresyon,dikkat eksikliği,hiperaktivite beynin öğrenme ile ilgili süreçlerini bozan ve tedavide Tıbbın başarılı olduğu alanlardır.
Zihinsel yavaşlama,anlama,algılama,kavrama,konsantrasyon güçlüğü çeken kişilerin durumunun psikolojik ve organik boyutu çeşitli nöropsikolojik testlerle ve beyin görüntüleme yöntemleri ile belirlenebilmektedir.Bu kişilerin genellikle beyin iki yarım küresinin işlevsel asimetri gösterdikleri ve beynin ön bölgelerinde temel işlevlerde azalma dikkati çekmektedir.Böyle durumlarda ilgili hekim beynin daha çok serotonin,noradrenalin veya asetilkolin kimyasallarının hangisinin daha çok azaldığını düşünürse ona uygun ilaçlarla tedavi mümkündür.Tedavi genelde kısa sürede bitirilmemeli ve ilaçlar mutlaka hekim kontrolünde kullanılmalıdır.Ayrıca kişilere stres yönetimi öğretmek, psikoterapi desteği sağlamak tedavinin bir parçasıdır.

Kötü Hafızanın Sorumluları
Kötü hafızanın birinci sorumlusu dikkatsizliktir.Düşünceyi yoğunlaştırabilen, bir konuya konsantre olacaktır.İnsanlar bilgileri zihinlere kazırlar.Dikkat edilmeden dinlenen bilgiler kuma yazılmış gibidir hemen silinir.
Kötü hafızanın ikinci sorumlusu özgüven azlığıdır.İnsan beyninde biyolojik bir saat vardır.Eğer o saate bilerek ve irade ederek sabah 07.00’de kalkacağınızı söylerseniz,öyle programlamış olursunuz.Sabah 07.00’de kalkmanız kesinleşir.Kolumuzdaki saate güvendiğimiz kadar hafızamıza güvenirsek,o bizi yanıltmaz.
Kötü hafızanın üçüncü sorumlusu önem vermemektedir.Unutulan bilgiler genellikle o kişi tarafından önemsenmeyen,bilgiler olacaktır.Unuttum demek mazeret olmaz,çünkü o konuya önem vermediğiniz anlamına gelir.
Kötü hafızanın bir sorumlusu da,akılda tutma tekniğini bilmemektir. Örnek vermek gerekirse, araba, kuş, mavi, lale kelimelerini akılda tutmak istiyorsanız doğrudan ezberlerseniz aklınızda kalmayacaktır. “Mavi bir arabanın özerinde ki kuşun, ağzında lale var” şeklinde ezberlerseniz bunu asla unutmazsınız.
Kötü hafızanın bir nedeni de duygusal boyutunun ihmal edilmesidir.Bir tiyatro sanatçısı rolünü ilk öğrenirken heyecanlarıda tekrar eder,böylece rolünü tam uygular.İlk öğrenirken heyecan ile kelimeleri beraber öğrenirse kolay unutmayacaktır.Merak dürtüsü duygusal gücü arttıracaktır.Bunun için merak ilmin hocasıdır denilmiştir.
Kesinlikle unutmamam gerekir denilen bilgileri not alın.Bundan 1400 yıl önce Hz.Peygamber unutmamak için “Sağ elinizden yardım isteyin” demişti.Aldığınız nottan tekrar ederseniz,özellikle 2-3 ayda bir yapılan tekrar sonunda bilgiler,kalıcı hafızaya işlenecektir.
Kötü hafızanın önemli bir sebebi bilgilerin kullanılmamasıdır.Zihinsel uyarıcıların çok olduğu, bilgilerin tekrar edildiği bir beyinde unutkanlık olmaz.İnsan beyni “kullan ya da kaybet” kuralı ile çalışır.
İnsan beyninde kalıcı hafızaya yazılan hiçbir bilgi silinmez. Protein şifreleri olarak yazılıdır. Beyin ameliyatı esnasında yarı bilinci açık hastanın beyin kabuğu elektrikle uyarıldığında, çeşitli bilgileri anlatmaya başlar. Yaşadığı doğum sancısını, bildiği şiirleri okuyabilir.
Demek ki hafıza özel bir biyonik cihazdır. İyi kullanarak onu iyi bilgilerle doldurabiliriz.

Gıdalar ve Beyin
Beynimiz kalbimiz midemiz gibi bir organımızdır,oksijen ve gıdalarla beslenir. Beyni hastalık öncesi korumak koruyucu tıp açısından çok değerlidir.
Beynimiz ağırlık olarak vücudun %2 si olduğu halde vücuda gelen oksijenin % 20’sini şekerin büyük bölümünü tikettiği bu gün bilinmektedir.Oksijen oranı şehir atmosferinde %18-19’ a düşmektedir. Doğal ortamda % 20-21’dir. O halde beynin birinci koruması bol oksijenli doğal yaşama önem vermektir. Çevre kirliliği hafıza zayıflamasının ilk sorumlularındandır. Temiz hava beyin sağlığı için ilk şarttır.
İkinci şart spor ve yürüyüştür.Sporun özellikle hafta bir yapılan terletecek sporun beyinde morfin benzeri maddeler salgılayarak anti stres etkisi yaptığı artık bilimsel olarak gösterilmiştir.
Üçüncü şart beyinde mutluluk hormonu salgılatan pozitif yaşam felsefesinin yaşam tarzı olarak seçilmesidir.Sevgi duygusunun güçlendiği dolayısıyla korkunun azaldığı,güven duygusunun geliştiği pozitif yaşam felsefesini öğrenmek ve uygulamak hiç zor değildir.
Dördüncü şart doğru beslenmedir.Beyin kan şekerini doğrudan kullanır.Kan şekerimizi düşürmememiz gerekir.Bunun için serbest radikal giderici antioksidan,hücre yeniliyici özellikteki taze sebze ve meyve favori gıdamız olmalıdır.E ve C vitamininde zengin gıdalar beyin hücre yıpranmasını önler.Çayın özellikle yeşil çayın tüketilmesi beyin sağlığı için yararlıdır. Beyin için gerekli vitamin,mineral, oligoelementleri çokça sağlayan bal, ceviz, fındık, çörekotu,badem karışımını her sabah bir çorba kaşığı alırsanız güne daha sağlıklı başlamış olursunuz.

Prof. Dr. Nevzat TARHAN
Dominant Hemisfer (Baskın Beyin Yarınküresi)
 
 
Yorumla ilgili tanımlanan alan sadece bir yarım kürede iyice gelişmektedir.Doğuşta bu bölgeler her iki hemisferde de aynı gelişme yeteneğine sahiptir. Yüzde doksandan fazla oranda sol lob egemendir.Populasyonun kalan kısmında ya iki taraf birden gelişir yada daha seyrek olarak sağ lob gelişir.Duyusal bilgiler her iki lobdan birden gelmektedir.ve iki yarıküre arasında iletişimi sağlayan özel bir alanla olmaktadır.(Corpus callosum)

Yetişkinlerde bu alanın hasarı duyusal algıların anlamını yorumlama yeteneğinin yok olmasıdır. Bu nedenle bu bölgeye cerrahi müdaheleden kaçınılır.Yetişkin bir insanın baskın olmayan kısımda yorumlayıcı fonksiyonları geliştirmesi çok yavaş ve sınırlıdır.

6 yaş altında ise bu gelişme tama yakın oranda oluşabilir.
Beynin Şifresini Çözdük
 
 
Florida Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jose C. Principe, 'Beynin hangi bölümünün ne iş yaptığını ortaya çıkardık'' dedi.
Antalya Talya Oteli'nde düzenlenen 5. Uluslararası Biyomedikal Mühendisliği ve Gelişen Teknolojiler Sempozyumu'nda konuşan Prof. Dr. Jose C. Principe, yaptıkları çalışma ile beynin hangi bölümünün ne iş yaptığını ortaya koyduklarını bildirdi.

''Çağın devrimi'' olarak nitelendirdiği çalışma ile beynin hangi bölümünün ne işe yaradığını, hangi organa hükmettiğini belirlediklerini ifade eden Principe, şunları söyledi:

''Bu çalışma ile beyin dalgalarını toparlayıp, işleyip, elleri çalışmayan insanların ellerinin çalışması sağlanabilecek. Artık beyindeki sinyallerin ne anlama geldiğini biliyoruz. Beyin ile vücut arasındaki iletişim çözüldü. Bu metotla beynin hangi bölümünün ne iş yaptığını ortaya çıkardık. Beyne yerleştirilen elektronik bir cip vasıtasıyla yapay kola beyinden komut vererek istenilen hareket yaptırılabiliyor. Artık doğuştan veya kaza sonucu kolu olmayanlara takılacak yapay kolla, organ eksikliği giderilecek. Yapay kol sağlam kol gibi iş yapabilecek hale gelebilecek. Bu konuda çalışmalar devam ediyor.''

Principe, yapay kola uygulanan sistemin yapay bacak içinde uygulanabileceğini belirterek, bunların beyin elektrodu, cihazlar ve robot (yapay kol, bacak) vasıtasıyla uygulanabilir hale geldiğini sözlerine ekledi.

A.A.
Beyninizi Doğru Kullanıyor musunuz?
 
 
Vücudumuzun yüzde 98’ini yöneten beynimizi doğru kullanmıyoruz. Eğer kullanıyor olsaydık...
Kişisel Gelişim Uzmanı Mümin Sekman beynimizi doğru kullanmadığımızı söylüyor ve ekliyor "Eğer kullanıyor olsaydık Britannica Ansiklopedisi’nin 500 katı bilgiye sahip olmamız gerekirdi." Mümin Sekman ‘Beyin Kullanma Kılavuzu’nda aklımızı başımıza getirecek ipuçlarını veriyor.

Saksının bilimsel nedeni
Kulağa hiç hoş gelmese de anlama kıtlığı çeken arkadaşlarımıza 'çalıştır biraz saksıyı' dememizin bilimsel bir nedeni varmış. Çünkü sadece bedenimizin değil, ruhumuzun da uzaktan kumandası olan beynimizi doğru kullanmıyormuşuz. İspat bekliyorsunuz değil mi?

O halde şu örneği okuyun. Normal bir ömür süresince insan beyni 100 trilyon byte bilgiyi depolama kapasitesine sahipmiş. Ortalama bir yetişkin belleği ise Britannica Ansiklopedisi’nde olan bilginin 500 katı kadar bilgiyi saklayabiliyormuş. Şimdi kendimizi sınayalım!

Hafıza sorununuz varsa...
Hangimiz gerçekten Britannica kadar bilgiye sahip olduğumuzu iddia edebiliriz ki... Beyninizi doğru kullanıp kullanmadığınızı öğrenmek istiyorsanız, işte size ipuçları. Hafızanızdan sürekli şikâyetçiyseniz, dikkatinizi toplarlayıp bir türlü konsantre olamıyorsanız, sık sık hatalı kararlar verip geçmişinizi ‘keşke’lerle dolduruyorsanız ve okuma hızınız çok yavaşsa; siz de beynini nasıl çalıştıracağını bilmeyenler kervanındansınız demektir.

Yüzde 2 yüzde 98’i yönetiyor
Oysa insan vücudunun yüzde 2’si ağırlığına sahip olan beyin, geri kalan yüzde 98’i yönetiyor. Öğrenirken, düşünürken, konuşurken onu kullanıyoruz. 'Bu kadar görkemli bir güce sahip olan beynin daha bilinçli kullanılması gerekmez mi?' sorusuna cevap arayan Kişisel Gelişim Merkezi (KİGEM) dünyanın 65 ülkesinde binlerce kurum tarafından 13-19 Mart tarihlerinde kutlanan 'Beyin Haftası'nı Türkiye’de geçen yıldan beri kutlamaya başladı. Etkinlikler çerçevesinde üniversitelerde 10 bin adet ‘Beyin Kullanma Kılavuzu’ kitapçığı dağıtıldı ve ‘Başarı beyinden gelir’ konulu seminerler düzenlendi.

KİGEM kurucusu Mümin Sekman, amaçlarını, "İçimizdeki beyin gücüne dikkat çekmek, kamuoyunu 'beyni etkili kullanma2 hakkında bilinçlendirmek ve bir haftalığına da olsa herkesin beyinlerini daha iyi kullanmak üzerine kafa yormalarını sağlamak." olarak özetliyor.

Öncelikli hedeflerinin medya ve gönüllüler aracılığıyla, bireysel düzeyde beyin gücünü önemseme ve beyni doğru kullanma bilincini yaygınlaştırmak olduğunu ifade eden Sekman, "İkinci hedefimiz beyne değer veren, beyni kullanma sanatını vatandaşlarına öğretmeyi görevi sayan bir kamu politikası oluşturulmasını sağlamak." diye konuşuyor.

Ebeveynin sorumluluğu fazla
Anne-babalara ve öğretmenlere de bu konuda büyük sorumluluklar düştüğünü söyleyen Sekman, önümüzdeki yıl Türkiye’nin tanınmış sanatçı, futbolcu ve işadamlarının yer alacağı reklam filmleri çekerek beynin önemini anlatacaklarını dile getiriyor.

Aklınızı başınıza getiren öneriler

Mümin Sekman’ın hazırladığı “Bu hafta beynine iyi bak!” adlı “Beyin Kullanma Kılavuzu” kitapçığından birkaç alıntı:

* Beyin, açık havada ve ayaktayken daha iyi çalışır. Önemli kararlarınızı alırken dışarıda ‘volta’ atmayı deneyebilirsiniz.

* Beyin, örneklerle akıl yürütür. Kararsız kaldığınızda “Atatürk benim yerimde olsaydı ne yapardı?” diye düşünün.

* Yabancı bir dil öğrenme ve ezber, beyni güçlendirir. Her gün birkaç yeni kelime öğrenin, sözlük okuyun, alışveriş listesi ve telefon numaralarını ezberleyin.

* Zihinsel jimnastik yapın. Bunun için başta sudoku olmak üzere bulmaca ve satranç gibi oyunları kullanabilirsiniz.

* Zihinsel rutinlerinizi kırın. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizde taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin.

* Zihinsel zevklerinizi zenginleştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş kitabından, birkaç cümle okuyun.

* Güzel bir resme bakın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeylerle gelişir. Beyninizi ‘güzel’ şeylerle besleyin. Sevdiğiniz bir müziği gözleri kapalı dinleyin.

* İyi bir uyku, kaliteli bir beynin temelidir. 24 saati geçen uykusuzluk sarhoşluğa benzer bir şekilde beyin fonksiyonlarını etkilemektedir.

* Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Odanızın penceresini açıp kendinize bol bol ‘birinci el’ oksijen ısmarlayın.

* Farklı düşünme tarzları beyni geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin.

* Kullanılmayan organ körelir. Sürekli TV seyrederek beyninizi düşük viteste çalıştırmayın. Beyninizin sınırlarını zorlamayan etkinlikler, beyninizi geliştirmez.

* Beyin diyeti yapın. Beynimiz “garbage in garbage out” ilkesine göre çalışır. Yani beyninize çöp girerse, beyninizden çöp çıkar. Beyninizi neyle beslediğinize, midenizi neyle beslediğiniz kadar dikkat edin.

* Hayatınızın en büyük kararlarını alırken ‘kafadan’ değil, kâğıt üzerine ne yapacağınızı yazarak hesaplayın.

EKOLAY
Bilimin En Önemli Bilmecesi: Beyin Bilgiyi Nasıl İşliyor?
 
 
Beynin bilgiyi nasıl işlediği sorusu, bilimin diğer iki büyük bilinmezi ile aynı kefeye konuluyor. Bunlardan biri evrenin nasıl oluştuğu, diğeri ise Dünya'da yaşamın nasıl başladığı ile ilgilidir.
Sinir kodunun deşifre edilmesi bu ikisinden de önemli olabilir. Bu keşif, prensipte hasta beyinlerin tedavisinden, sağlıklı olanların gücünü artırmaya dek çok geniş bir spektrumda yararlı olacak. Ne var ki sinir bilimcilerinin beyin hücrelerinin bilgiyi nasıl işlemden geçirdiği konusundaki bilgileri çok yetersiz..
Bundan İki yıl önce State University of New York Dawnstate Tıp Merkezi'ndeki bilim adamları, beyinlerine elektrot yerleştirilmiş sıçanların uzaktan kumandalı oyuncaklar gibi bir labirentin içinde yönlendirilebileceğini ortaya koydu. İçinde kablosuz bir verici bulunan bir dizüstü bilgisayarından yararlanan araştırma ekibi, önce sıçanın bıyıklarının duyarlılığının yöneten beyin hücrelerini uyardı; daha sonra sıçanın zevk merkezlerine zap yaparak bu sinyalleri güçlendirdi. Böylece deney amacına ulaştı. Bilim adamları bu kadar basit bir mekanizma ile canlı bir robot yaratmış oldu.

ARAMA MOTORLARI GİBİ
İki yıl önceki bu olay, medyada büyük bir gürültü koparttı. İnsanların beyinlerine ameliyatla elektronik cihazların yerleştirilip robotlara dönüştürülmesinin hiç de uzak bir olasılık olmadığını göstermesi açısından bu deney pek çok yayın organının ve tanınmış yazarın ilgisini çekti. Economist dergisi sinir teknolojisinin "insanlığın temel doğasını ters yüz edebilecek" sınıra yaklaştığına dikkat çekerken, New York Times gazetesinin köşe yazarlarından William Safire, "insanlığın kontrolünü ele geçirmeye hevesli örgütler beynimizin içindekileri okuyabilecek" diyerek özel yaşamların tehdit altında olduğunu ileri sürdü.
MİT olaya daha olumlu yaklaştı. Üniversitenin yapay zekâ bölümünden Rodney Brooks, Technology Review dergisinde yer alan makalesinde, 2020 yılında beynimize yerleştirilen elektronik devrelerden yararlanarak "Google" tipi arama motorlarını yalnızca düşünerek kullanabileceğimizi yazdı.
Bütün bu fütüristik senaryolar ne kadar gerçekçi? İnsan aklını okumak ve kontrol altına almak için sinir bilimciler öncelikle beynin içinde yol alan elektrokimyasal pulsları algılara, anılara, duygulara ve kararlara dönüştüren kuralları çözmek zorundadır. Sinir kodu (nöral kod) olarak adlandırabileceğimiz okuyucu bunları beynin yazılımı olarak düşünebilir olgunun şifresini çözmek, beyin makine arayüzleri konusuna ilgi duyan pek çok bilim adamının en büyük arzusudur. Robot sıçanlar deneyinin ekibinden John Chapin, "Eğer gerçek bir sinir bilimci iseniz, oynamak istediğiniz oyun bu olmalıdır" diyor.
Chapin sinir kodu konusunu, bilimin diğer iki büyük bilinmezi ile aynı kefeye koyuyor. Bunlardan biri evrenin kökeni, diğeri ise Dünya'daki yaşamın kökenidir. Sinir kodu bu diğer ikisinden de önemli olabilir. Bunun deşifre edilmesi, prensipte hasta beyinlerin tedavisinden sağlıklı olanların gücünü artırmaya dek çok geniş bir spektrumda insanlara yol gösterecek. Sözgelimi bu bilgiler, insan yeteneklerine sahip bilgisayarların geliştirilmesini sağlayabilir.
Öyle ki bu bilgisayarlar "2001: A Space Odyssey"deki HAL'dan bile daha zeki olabilir. Sinir kodlan ayrıca, en derin felsefi soruların da yanıtlanmasını kolaylaştırabilir. Bunların başında akıl vücut problemi geliyor. Nihai olarak beynimizin kişiye özel kimlik ve özerklik duygusunu nasıl yarattığı konusu da daha sağlam bir zemine oturtulabilecek.
Bilimin en gizemli konularının başında gelmesinin yanı sıra, sinir kodu, çözümü en zor soruların başında geliyor. Son yüzyılda öğrendikleri tüm bilgilere karşın, sinir bilimciler beyin hücrelerinin bilgiyi nasıl işlemden geçirdiği konusunda çok küçük bir ilerleme kaydettiler. "Bugün geldiğimiz nokta, yüzyıl boyunca vücudu inceledikten sonra "Testisler idrar mı üretiyor yoksa sperm mi?" sorusunu hâlâ yanıtlayamamak gibi bir şey" diye konuşan San Diego’daki Kaliforniya Üniversitesinden sinir bilimci S. V. Ramachandran, "Beyindeki sinir kodlan konusunda bildiklerimiz hâlâ çok ilkel düzeyde" diyor.
SİNİR KODLARIN İŞLEYİŞİ
Sinir kodu genellikle dijital bir bilgisayarın işletim sisteminin temelini oluşturan makine koduna benzetiliyor. Transistörler gibi, nöronlar açma kapatma düğmesi (devre anahtarı) veya mantık kapıları gibi çalışır. Nöronlar, dijital bilgisayarların temel bilgi ünitelerine benzer şekilde, eylem potansiyelleri adı verilen elektrokimyasal pulsları emer ve yayar.
Ancak beyin o kadar karmaşık bir yapıya sahiptir ki, bugünkü bilgisayarla rın çalışma prensipleri beynin yanında çok basit kalır. Tipik bir beyinde 100 milyar hücre bulunur Samanyolu galaksisinin içindeki yıldız sayısı ile aynı. Ve her hücre sinapslarla (iki nöronun birleştiği nokta) 100.000 dolayında diğer hücrelere bağlanır. Hücreler arasındaki sinapslar hormon ve nörotransmiterler tarafından yıkanır. Bu hormon ve nörotransmiterlerin görevi sinyal iletisini rayına oturtmaktır. Ve bu sinapslar sürekli olarak, yeni deneyimlere maruz kaldıkça oluşur ve kaybolur, zayıflar ve güçlenir.
Her sinapsın saniyede tek bir eylem potansiyelini işlemden geçirdiğini ve bu işlemlerin beynin hesaplamalarının bir ürünü olduğunu varsayalım. O zaman beynin saniyede en az bir katrilyon işlem yapıyor olması gerekir. Bu da en gelişmiş süper bilgisayarların yaptığı işlem sayısından bin misli fazladır. İngiltere'deki Öpen Üniversitesi’nden nörobiyolog Steven Rose, her sinapsın altında veya üzerinde çok sayıda işlemin sürdürülme olasılığı üzerinde duruyor.

İYİMSERLİĞİ ELDEN BIRAKMAMAK GEREK
İyimserlerin anımsadıklarına göre geçen yüzyılın ortalarına doğru bazı genetikçiler genetik kodun kırılmayacak kadar karmaşık olduğunu düşünüyorlardı. Derken 1953 yılında Francis Crick ve James Watson DNA'nın yapısını ortaya çıkarttılar. Bunun üzerine bilim adamları çifte sarmalın, tüm organizmaların kalıtsallığını yöneten, şaşırtıcı derecede basit bir genetik kodu taşıdığını keşfettiler. Ancak sinir kodunun bu kadar zarif ve geniş kapsamlı bir çözümünün bulunmaması çok büyük bir olasılık. Duke Üniversitesi’nden sinir protezi uzmanı Miguel Nicolelis, beynin son derece "esnek, dinamik ve bir andan diğerine sık sık değişen bir yapı" sergilediğine dikkat çekerek, "Bu nedenle kod sözcüğünü kullanmamak daha doğru olabilir" diyor.
Nicolelis, bilimin bir gün gelip beynin bilgi işleme becerisini tümüyle ortaya çıkartacağına inanıyor. Tümünü olmasa bile, felçli ve görme engelli hastalar için sinir protezinde büyük gelişmeler sağlayacak kadar bilgiyi elde etmeleri bile çok önemli. Nicolelis'e göre, aklımızın bazı özellikleri gizini koruyacak gibi duruyor, çünkü en anlamlı düşüncelerimiz ve anılarımız bir kodun veya bir dilin içine kayıtlıdır. Bu kod ve dil de o insana özeldir. Dolayısıyla beynin her zaman bir miktar bilinmezlik içermesi kaçınılmaz oluyor.
Bu bağlamda bir kötü bir de iyi haberimiz var. Kötü haber, yeni bir lisanı anında öğretecek veya bir dostumuzla "zihinsel telefon" konuşmaları yapmamızı sağlayacak beyin "çipleri"nin üretiminin hiçbir zaman mümkün olmayacağıdır. İyi haber ise, belleği yanıltarak veya düşünceleri tarayarak bizleri insansı robotlara dönüştürecek implantların söz konusu bile olmayacağıdır.

40 YIL ÖNCEKİ SPEKÜLASYONLAR
Robor sıçanların 2 yıl önce medyada koparttığı gürültü, bundan 40 yıl önce Yale Üniversitesi’nden sinir bilimci Jose" Delgado'nun çalışmalarının yarattığı sansasyonun bir benzeriydi. Dalgado 1964 yılında boğa, kedi, maymun, hâttâ psikiyatri hastalan üzerinde sürdürdüğü deneyleri ile uzun süre manşetlerden İnmedi. Hastalarının beyinlerine elektrotlar bağlayarak veya beyinlerine implantlar yerleştirerek, bunları cinsel açıdan uyardı, uyku durumuna geçirtti, korkmalarını ve öfke duymalarını sağladı. 1969'da kaleme aldığı "Aklın Kontrolü: Psikolojik Olarak Uygarlaştırılmış Topluma Doğru" kitabında Delgado, beyni uyaran tekniklerden yararlanarak topluma ters düşen özelliklerin ve şiddet içeren saldırganlığın önlenebileceğini savunuyordu.
Delgado'nun çalışmaları kısmen Pentagon tarafından destekleniyordu yurttaşlarını robotlara dönüştürecek yönetimlere atfedilen komplo teorilerinin doğmasına yol açtı. Bu "Onwell’ci olasılıkları" gerçekçi bulmayan Delgado, kendi geliştirdiği teknolojinin güvenilmez olduğuna ve aklı yönetmek için gereken hassasiyeti içermediğine dikkat çekti. Yazdığına göre bu gelişmenin önündeki en önemli engel, bilginin işlenmesi ile ilgili bilgilerimizin çok yetersiz olmasıydı. Şu anda 89 yaşında olan Delgado beyin makine ara yüzleri ile ilgili gelişmeleri izliyor. Bu arada beynin dışarıdan kumanda ile uyarılması potansiyelinin, sinir kodunun çözümünün çok zor olması nedeniyle henüz söz konusu olmadığına inanıyor.
Delgado'nun çalışmalarını büyük bir hevesle sürdürdüğü günlerde, sinir bilimciler beynin, İngiliz sinir biyologu Edgar Adnan'ın 1930'lu yıllarda keşfettiği tek, basit bir kodlama programından yararlandığını sanıyordu. Yılan balıkları ve kurbağaların duyusal sinir hücrelerini ayrıştırmayı başaran Adrian, duyusal uyarının yoğunluğu arttıkça nöronun ateşleme hızının da arttığını keşfetti. Adnan'dan sonraki 20 yılda yapılan araştırmalar, tüm hayvanların sinir sistemlerinin bilgiyi bu yöntemle aktardığını ortaya çıkarttı. Bilgi aktarım yöntemine hız kodu adı verildi. Bilim adamları ayrıca spesifik nöronların, dikey çizgileri görmek, spesifik bir perdeden gelen sesi duymak gibi son derece spesifik görevler yüklendiğini de keşfetti. Bütün bunlar, beyindeki doğru sinir kümesine doğru miktarda elektrik akımı verildiği takdirde beynin kontrolünün mümkün olabileceğine işaret ediyordu.

GEÇERLİLİĞİ SORGULANAN GÖRÜŞLER
Ne var ki kısa sürede işlerin sanıldığı kadar basit olmadığı anlaşıldı. Son çalışmalar, beynin bilgiyi nasıl işlemden geçirdiğine İlişkin temel iki görüşün geçerliliğine gölge düşürdü. Bunlardan biri nöronların basit olarak spesifik görevleri yerine getirdiği düşüncesiydi. Çünkü hücrelerin farklı işleri yapacak şekilde yeniden eğitilebileceği anlaşıldı. Sözgelimi yüz ifadesinden sorumlu olan bir sinir hücresi parmakları oynatma görevini üstlenebiliyor.
Sinir devrelerimiz sürekli olarak görev değişimi yapıyor ve bu değişim yalnızca çocukluk evresi İle sınırlı değil. San Francisco'daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Michael Merzenich, sinir devrelerinin yaşam boyunca görev değişikliğine gittiğini belirterek, nöronların değişim geçirme yeteneklerinin tahminlerin üzerinde olduğunu söylüyor.
Geçerliliği sorgulanan bir diğer görüş de beyin hücrelerinin kendilerini yalnızca ateşleme hızı ile ifade edebildiği ile ilgili. Hız kodlan bu bağlamda yetersiz kalıyor. Hız kodlarını, bu görüşe göre bilgiyi yalnızca ses perdesini değiştirerek İfade eden lisana benzetebiliriz.
Bunun sonucunda beynin çok gürültülü ve işe yaramaz bir organ olduğu düşünülebilir. Oysa bir sinyalin gerçek sayılabilmesi için hücrenin saniyede 2 ile 50 kez ateşlemesi gerekir. Birbiri ardına oluşan uç noktalar (spike) arasındaki aralık çeşitliliğinin hiçbir anlamı olmadığı düşünülüyordu. Ancak şimdi bazı sinir bilimciler bazı bilgilerin bu aralıkların içinde gizli olduğuna inanıyor. Zaman kodlan adı verilen bu görüşe göre büyük miktarda bilgi bir veya iki uç nokta ile ifade edilebiliyor.
Zamana duyarlı bir başka kod da, senkronize bir şekilde ateşleyen bir grup nöronla ile İlgili. Son bulgulara göre senkronizasyon dikkatimizi bir nokta üzerinde yoğunlaştırmamızı sağlıyor. Gürültülü bir kokteyl partide, yanı başınızdaki bir kişinin sizinle ilgili bir şeyler söylediğini duyduğunuz anda, partinin gürültüsünü geri plana atıp bu konuşmaya kulak misafiri olursunuz. Bu beceriyi size kazandıran senkronize olarak ateşlenen nöronlardır.
Bir diğer kod da Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nden Walter J. Freeman'ın ortaya attığı kaotik kod'dur. Freeman, eylem potansiyellerinin ve nöronların tek tek ele alınmasının yanlışlığına değiniyor. Eylem potansiyelleri verileri düzenler, kolay öğretilir. Verilerin de uç noktalar yardımıyla iletildiği düşünülür. Oysa Freeman'a göre uç noktalar yalnızca getir götür işini yapan "offıce boy"lardır. Bunlar beyne ham duyusal bilgiyi taşır. Ancak bu aşamadan sonra daha gizemli, geniş ölçekli bir süreç devreye girer.
Freeman'a göre kavrama eyleminin en önemli parçaları, elektriksel ve manyetik alanlardır. Bunları sinaptik akımlar yaratır. Bu alanlar oldukça kaotiktir. Kaotik olmaları bunların gizli ve karmaşık bir düzeni saklamalarından ve en ufak bir etkiye duyarlı olmalarından kaynaklanır. Buna kelebek etkisi adı verilir. Kulağa bir ses girdiği zaman bir dizi eylem potansiyeli tetiklenir. Potansiyellerin harekete geçirdiği elektriksel faaliyet dalgaları kaotik bir düzen içinde kortekste yol alır. Bu kaotik düzen giderek son derece hassas ve dakik bir algı ile son bulur. "Telefon çaldığı zaman telefonu açar ve bir ses duyarsınız" diye konuşan Freeman, "Ve duyduğunuz seslerin ne anlama geldiğini anlamadan kiminle konuştuğunuzu ve ariyanın hangi duygu durumu içinde olduğunu anlarsınız" diyor.

BÜYÜKANNE HÜCRESİ VARSAYIMI
Hız kodlarına alternatif oluşturan bu görüşlerin hiçbiri bilimsel olarak kanıtlanmış olmasa da beynin bilgiyi nasıl işlemden geçirdiği konusuna ışık tutuyor. UÇLA Tıp Fakültesi'nden sinir bilimci ve sinir cerrahı Christof Koch ve Itzhak Fried son olarak "büyükanne varsayımı" olarak bilinen çok eski bir görüşü yeniden ele aldılar. Bu görüşün uzun süre gözardı edilmesinin nedeni çok basit ve tutarsız olmasıydı. Basit olarak bu varsayıma göre beynimizdeki bellek bankamızda her insan, her mekân veya büyükanne gibi düşüncelerimizi meşgul eden her şey için tek bir nöron tahsis edilmiştir. Teorisyenlerin pek çoğu bu kadar karmaşık bir kavramın geniş bir hücre popülasyonunun desteğine ihtiyaç duyduğunu düşünüyordu.
Fried ve Koch büyükanne hücreleri gibi davranan bazı hücrelerle karşılaşınca bu eski varsayımı yeniden gözden geçirmeye karar verdi. Bilim adamları denek olarak epilepsi hastalarından yararlandı.
Deneklerin beyinlerine geçici elektrotlar yerleştirildi. Hastalara bazı hayvan, insan ve değişik nesnelerin görüntüleri gösterilirken elektrotlardan gelen veriler ekrandan izlendi. Hastalardan birinin amigdalasında tek bir nöronun aynı kişinin üç farklı görüntüsüne tepki verdiği görüldü. Başka bir hastanın kortikal hücresinin de Simpsons karakterlerine benzer şekilde tepki gösterdiği izlendi. Bir sonraki deneylerinde Koch ve Fried, deneklere büyükannelerinin fotoğraflarını göstermeyi planlıyor. Böylece büyükanne hücrelerinin gerçek yerini tespit edebilecekler.
Koch bulgularının mantıklı olduğunu ileri sürerek, beynimizin, düşüncelerimizi meşgul eden bazı insan ve nesnelere spesifik hücreler tahsis ettiğini belirtiyor. Nöronların basit bir "eşik" düğmesi olmasının ötesinde, daha farklı işlevleri olduğu düşünülürse Koch'un öngörüsü daha da anlam kazanıyor. Tipik bir nöron diğer binlerce hücreden veri alır. Ancak bu hücrelerden bazıları nöronun ateşlemesini destekleyeceği yerde baskılayabilir. Bunun karşılığında nöron, pozitif veya negatif geribesleme döngüsünde, aynı hücreleri ateşlemeleri için tetikleyebilir de baskılayabilir de.
Başka bir deyişle tek bir nöron, basit bir anahtardan çok mini bir bilgisayara benzer. Eğer bu görüş doğru ise anlamlı mesajlar yalnızca çığlıklar atan bir nöron sürüsü tarafından değil, fısıltı halinde konuşan küçük bir nöron gruba tarafından da iletilebilir. Koch, sinir teknolojisi ne kadar gelişirse gelişsin "Beynin ahenksiz gürültüsü içinde bu cılız sinyalleri sezmek inanılmaz derecede zordur" diyor.

HASTALAR İÇİN SİNİR PROTEZLERİ
Pek çok bilim adamı bütün bu bulgulardan yararlanarak felçli hastalara sinir protezleri yerleştirmenin yollarını aradılar. Bunların arasında yer alan Pittsburgh Üniversitesi’nden Andrew Schwartz, bir maymunun motor korteksine yerleştirilen elektrotlar, spesifik bir kol hareketiyle eşleşen sinyalleri tespit edebildi. Aynı sinyaller bir robot kolunda benzer hareketleri de başlatabiliyordu. Maymunun kolları vücuduna bağlandığı zaman, maymun sadece düşünceleri ile robotun kolunu kontrol edebildi. Ancak bu süreçte tümüyle farklı sinir sinyalleri söz konusuydu. Bu bulgular nöronların kodlama davranışının farklı koşullarda değiştiğinin gösteriyor. "Belirli amacı hedefliyorsanız, hareket eden bir hedef ile karşı karşıya kaldığınızı anlıyorsunuz" diye konuşan Schwartz, "Belirli bir zaman dilimi İçinde bir şey hakkında tahminde bulunmak, bunun aynı şekilde kalacağı anlamına gelmez" diyor.
Sinir kodunun değişebilir olması, sinir protezi tasarımcıları için sanıldığı kadar kötü bir haber değil. Kaldı ki beynin yeni bilgi işleme planlan geliştirme kapasitesi, işitme sorunu olan 50.000 kişiye yerleştirilen yapay koklea'mn (kulak salyangozu) başarısını açıklayabilir. Koklea'lann ticari versiyolarında bir dizi elektrot kullanılır. Bunların herbiri farklı perdeden gelen seslere uyumlu elektriksel sinyalleri kanalize eder. Eski telefon kablolarında olduğu üzere, bu elektrotlar sadece tek bir nöronu değil, pek çoğunu aynı anda uyarır.
Beynin, bilim adamların bilgisizliğini örtbas etme yeteneği oldukça sınırlı. Diğer sinir protezlerinden alman sonuçlar ne yazık ki kulak implantları kadar başarılı değil. Yapay retina denilen ışığa duyarlı cipler, bugüne dek az sayıda görme engelli hastada denendi. Ancak hastalar yalnızca ışık çakmaları gördüklerini söylüyor. Ve Schwartz'ın maymunları gibi, az sayıda felçli insan beyinlerine yerleştirilen cipler üzerinden bilgisayarlarına kumanda etmeyi başardı. Yine protezlerin güvenilir olduklarını söylemekmiçin çok erken.

BEYİN UYUM SAĞLAYABİLİR
Herşeye karşın, yapay koklea'ların başarısı ve beynin uyum yeteneğine ilişkin diğer bulgular beyin makine arayüzleri konusunda iyimserliği besliyor. Belleği güçlendirmek için beyin implant'leri projesini yürüten Los Angeles'teki University of Southern California'dan Ted Berger bu konuda şöyle konuşuyor: "Biz iler de başarılı olacağımıza inanıyoruz. Bellek hücresinin mükemmel bir kopyasına İhtiyacımız yok. Mümkün olduğunca orijinaline benzetmek yeterli olabilir. Beynin geri kalan kısmı uyum sağlayabilir."
Bu arada sinir bilimcilerin doğruluğuna inandıkları tek nokta, bilimin beynin nasıl çalıştığını anlamasının ve kontrol etmeye kalkışmasının önündeki en büyük engel her insanın farklı olması. Tüm insanlar "evrensel bir işletim sistemine sahip olmakla birlikte, Freeman'a göre tek yumurta ikizlerinin bile yaşam öyküleri farklı. Çünkü bellekleri, algılamaları ve tercihleri farklı.
Freeman, görme engellilerin görüşünü düzelten veya felçlilerin bilgisayarlara basit kumandalar göndermelerini sağlayan protezler gibi görece olarak basit sinir protezlerinin önünün açık olduğuna, ancak beynimizin karmaşık ve farklı olması nedeniyle akıl okuma gibi daha iddialı projelerin gerçekçi olmadığına ina¬nıyor.

Reyhan Oksay Kaynak: Discover, Ekim 2004
Kaynak: Cumhuriyet Bilim Teknik, Kasım 2004
Genç Beynin Sırları
 
 
Amerikalı araştırmacılar "aklı bir karış havada" olan gençlerin suçlu olmadığını ortaya koydu. Sorun, buluğ çağında beynin gelişiminde.
DÜNYACA ünlü haber dergisi Time, bugüne kadar gençlik döneminde insan beyninde meydana gelen değişiklikler üzerine bilinmeyenleri tüm dünyayla paylaştı. Amerika'nın Maryland eyaletinde bulunan Milli Sağlık Klinikleri merkezinde beyin görüntüleme bölümü başkanı Dr. Jay Giedd (43) bilim dünyasında büyük heyecanla karşılanan bir araştırmayı açıkladı. Bugüne kadar "çocukluk-ergenlik-gençlik-yetişkinlik" dönemlerinde beyindeki değişikliklerin yeterince ve sürekli olarak incelenmediğini belirten Giedd, bütün bir yaşam sürecek bir araştırmaya tam 13 yıl önce start verdi.

BİN 800 GENÇ GÖNÜLLÜ OLDU
Giedd, ülkede yaşayan bin 800 gencin gönüllü olduğu araştırmayı şöyle anlattı: "İki yılda bir gençler merkezimize geliyor. MRI cihazlarıyla beyinlerini görüntülüyoruz. Herhangi bir sorun olup olmadığına bakıp, beyin fonksiyonlarının detaylı bir analizini yapıyoruz. Bütün bu verileri kaydedip, beyinlerinin tam bir profiline sahip oluyoruz. Bu sayede beyinlerinin yıllara göre nasıl geliştiğini tespit edebiliyoruz..." 13 yıldır süren araştırmanın ilk sonuçlarını Dr. Giedd şöyle anlattı: Buluğ çağındaki o vurdumduymaz tavır, cinselliğe karşı aşırı ilgi, kural ve baskı karşıtı olma, sürekli yanlış kararlar vermek gibi davranışlar bugüne kadar sanıldığı gibi basit bir hormonal değişimden kaynaklanmıyor. İşin aslı şu. Beyinde 12 yaşından sonra inanılmaz yapısal değişimler başlıyor. Bu değişimler 25 yaşına kadar, yani beyinsel olgunluğun yakalandığı yaşa kadar sürüyor. Gençliğe giriş döneminde de beyin hücrelerinde değil fakat onların arasındaki bağlantılarda bir azalma görülüyor. Fakat bu bağlantılar, insan yaşamında hiç olmadığı kadar hızlı oluyor. Bu da beyni daha hızlı bir makineye çevirmekle birlikte öğrenmeye karşı daha az duyarlı ve travmalardan daha zor çıkan bir yapıya büründürüyor"

ÜREME HORMONU ETKİLİYOR
Dr. Giedd, ayrıca buluğ çağında artış gösteren üreme hormonlarının da beyini çok etkilediğini belirtti. Bu üreme hormonları davranış ve duyguları etkileyen beyindeki serotonin hormonunun da daha fazla salgılanmasına sebep oluyor. Bu yüzden gençlik yıllarında duygusal gel-gitler daha fazla oluyor. Daha meraklı olup, daha fazla heyecan peşinde koşuyorlar. Beyindeki dopamin miktarında meydana gelen değişiklikler de gençlerin bağımlılık yaratan maddelere daha yatkın olmalarını sağlıyor.

Ergenlik döneminde beynin içi...
İnsan beyni yaşam içinde iki kere temel değişime uğrar. Bunlardan ilki ana rahminde diğeri ise ergenlik döneminde yaşanır. Ergenlik döneminde arka beyinden ön beyine doğru bir dizi hareketlilik başlar.

Korpus Kallosum:
Beynin iki yarımküresi arasında iletişimi sağlar. Beynin bu bölümü problem çözebilmek, yaratıcılık ile ilgilidir. Ergenlik döneminde bu kısım verimli hale gelir.

Prefrontal Kortex:
Beyni asıl yöneten merkezdir. Davranış ve fikirlerde ölçüyü belirler. Beynin en geç gelişen bölümüdür. (Gençler bu yüzden daha çok sorunla karşı karşıya kalır)

Bazal Ganglia:
Beynin bu bölümü hareketlerin kontrolünde önemli bir yer oynar. Kadınlarda, daha büyüktür. Prefrontal Korteks için tam bir sekreter görevi görür. Alınan bilginin hangisine fazla önem verileceğini belirler.

Amigdala:
Duygusal beyin de denen bu bölüm korku, kızgınlık gibi verilerle ilgilenir. Yetişkinlerde rasyonel beyin olan Prefrontal Cortex daha fazla aktivite gösterirken ergenlikte, duygusal beyin etkindir.

Beyincik:
Fiziksel koordinasyonu sağlar. Özellikle Matematik, müzik ve sosyal yeteneklerde etkilidir. Beyincik 20 yaşından önce gelişimini tamamlayan tek bölümdür

Uzmanlardan ailelere öneriler
AMERİKAN Temple Üniversitesi'nden uzmanlar ergenlik döneminde çocuğu olan ailelere şu önerilerde bulunuyor:
* Çocuğunuza kılavuz olun. Sevgi ve ilgi gösterip, onu övün. Ancak arkadaşlarının önünde utandırmayın.
* Çocuğunuzun arkadaşı gibi olun ve birlikte zaman geçirin.
* Her ailenin çocuğunu yetiştirme stratejisi vardır. Fakat bu strateji çocuğunuzun yaşı büyüdükçe uyumlu şekilde değişmeli.
* Çocuğunuzun kurallara ve limitlere de ihtiyacı vardır. Ancak çok sıkarsanız, yasakladığınız şeyleri birkaç ay sonra tekrar dener. Bunu unutmayın.
* Kararlarınızı ve kurallarınızı ona açıklayın. Çocuğun kafasında neyi neden yaptığınızla ilgili soru kalmamalı. Sizi daha kolay anlamalarını sağlayın.

Kaynak: SABAH GAZETESİ 03.06.2004- DIŞ HABERLER SAY 4
www.sabah.com.tr
Beynin Yaydığı Dalgalara Müdahale Etmek Mümkün Mü?
 
 
Prof. Tarhan "Depresyon ve panik bozukluk başta olmak üzere pek çok psikiyatrik hastaki biyolojik boyutunun bilimsel araştırmalarla doğrulandı ve beyinde bazı alanlarda biyokimyasal düzensizlikle bu hastalıklar arasındaki ilişki laboratuar çalışmalarında gösterildi."
Psikiyatrik hastalıkların beyin hücreleri arasındaki kimyasal iletide bozulmayla ilişkili olduğu, bilimsel araştırmalarla ortaya konmuş. Bu nedenle Nöropsikiyatrik bir bozukluğu olan kişinin klinik değerlendirmesinde, yaş grubuna göre beyin işlevlerinin normal olup olmadığını anlamak giderek daha çok önem kazanıyor.
Beyin tomografisi ve MR gibi görüntüleme yöntemleri ile beyinde tümör vb. gibi yer kaplayan kitleler olup olmadığı anlaşılabiliyor. Ancak beynin sağlıklı çalışıp çalışmadığı anlaşılamıyor. Bu amaçla beynin işlevsel görüntülemesini yapmak ve çeşitli bilişsel yetileri ölçmek gerekiyor.
Beyindeki biyolojik süreçlerin son ürünü olan biyoelektrik faaliyeti ölçmek, bir dizi "Nöropsikolojik Testler" ve "Kantitatif EEG" (Beyin Haritalaması) ile mümkün olabiliyor. Türkiye'de Prof. Dr. Nevzat Tarhan yönetimindeki Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi 1999 yılından bu yana Türkiye de ilk "Beyin Check Up"ı ve "Manyetik Uyarım Tedavisi"ni (TMU) gerçekleştirdiklerini söyleyen Prof. Dr. Tarhan merkezlerinde psikiyatrideki son tedavi yöntemlerini kullandıklarını belirtti.
Depresyon ve panik bozukluk başta olmak üzere pek çok psikiyatrik hastalığın biyolojik boyutunun bilimsel araştırmalar ile doğrulandığını ve beyinde bazı alanlarda biyokimyasal düzensizlikle bu hastalıklar arasındaki ilişkinin laboratuar çalışmalarında gösterildiğini hatırlatan Prof. Tarhan, "Ancak insan beyninin olağanüstü karmaşık yapısı ve 'dokunulmazlığı' bu ilişkinin ayrıntılı biçimde çözümlenmesinin önünde güçlü bir engel oluşturmaktadır. İnsan beyni direkt olarak görülemediği, diğer organlarda olduğu gibi bir parçası alınıp, incelenemediği için araştırmacılar beynin çalışması hakkında "dolaylı" olarak bilgi verebilecek tekniklerden yararlanmaktadırlar" diye konuştu.
Merkez bünyesinde kullandıkları Kantitatif Farmako EEG sisteminin ilacın insan beyninde Antidepresan, Antipsikotik, Antiankisiyete veya Kofgnitif Aktivatör etkilerinin olup olmadığı konusunda ön bilgi verebildiğini ve bu bilgilerin yüzde yüz kesin olmasa bile duyarlılığı ve özgünlüğünü yükselttiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan konuyla ilgili şu bilgileri verdi:
"Psikiyatride klinik muayene tanıyı koymak için genelde yeterli oluyor. Ancak kişinin beyin fonksiyonun nasıl olduğu ve verilen ilaçların beyin üzerindeki etkisi, biyoyararlığı konusunda klinik gözleme yardımcı bir tanı ve tedavi yöntemi olarak kullanılıyor. Amerikan Nörofizyoloji Derneği 1997 yılında kantitatif EEG'nin kullanıldığı alanları belirledi. Bu kullanıldığı alanlardan psikiyatri ile ilgili alanlara bakıldığında; depresyon, şizofreni, dikkat eksikliği, hiperaktivite, öğrenme güçlüğü, alkolizm ve epilepsi bulunuyor. Özellikle çocuklardaki hiperaktivite ve dikkat eksikliği ile öğrenme güçlüğünde önümüzde klinik bir ölçü olarak işimize yarıyor. "Türkiye'de bu yöntemi yaklaşık 4-5 yıldır psikiyatride gerekli gördükleri hastalarda kullandıklarını söyleyen Dr. Tarhan, klinik uygulamalarının birçok hastada olumlu etkisini gördüklerini ifade etti. EEG'nin sadece nörologların ilgilenmesi gereken bir alan gibi düşünüldüğünü söyleyen Prof. Tarhan hekimlerin bu konudaki yaklaşımlarının çok önemli olduğunu belirterek konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getirdi:
“Özellikle kantitatif EEG 1990 yılından sonra dijital formata beyin dalgaları geçirilmeye başlandıktan sonra EEG' de psikiyatrinin kullanım alanı ortaya çıktı. Bu nedenle psikiyatri kliniklerinin birçoğunda beyin elektrosu çekilmeden hasta tedaviye alınmıyor. Beyin elektrosu beyindeki biyolojik süreçlerin son ürünü. Bunun anlaşılması beynin anlaşılmasına yardım ediyor. Burada yorum çok önemli. Nörolog arkadaşlar olayı sadece epilepsi boyutunda yorumluyorlar. Bu nedenle psikiyatristlerin konuya el atmaları gerekiyor. El atarlarsa bunun psikiyatrik yorumunu yapabilirler ve kişinin beyin fizyolojisi hakkında tedaviden önce ve sonra doğru yorumlanırsa önemli katkı sağlamış oluyor."

Psikiyatride yeni tedavi yöntemi
Son 15 yılda kaydedilen teknolojik ilerlemeler beyinde hücresel elektrik akımını ölçmek ve değiştirmek konusunda bazı cihazların geliştirilmesini sağladı. Bu cihazlardan biri Transkraniyal Manyetik Uyarım (tmu) sistemi. Manyetik uyarım tedavisi: beyin elektriksel ve kimyasal süreçlerle çalıştığı için, beyindeki elektriksel süreçlere etki ederek beyindeki kimyasal süreçleri düzeltmeyi amaçlayan, manyetik uyarı verilmesiyle ilgili bir tedavi. Evrende var olan manyetik alan yoğunlaştırılıp kişiye veriliyor.
Türkiye' de 2003 Mart ayında itibaren merkezlerinde kullandıkları bu yöntemin henüz FDA onayı olmamakla birlikte İngiltere ve Kanada'da kullanıldığını ve Avrupa'da sağlık amacıyla kullanılacağının da onaylandığını söyleyen Prof. Tarhan, şu an psikiyatride ümit verici bir tedavi yöntemi ve iyi bir seçenek olarak kabul edildiğini ifade etti.

Beyine etkisi nasıl gerçekleşiyor?
TMU'da saçlı kafa derisinin üzerine elektro manyetik bir bobin (coil) yerleştiriliyor. Kapasitörler de tutulan enerji ile manyetik alan oluşturulur. Bu manyetik alan 100-200 mikro-saniyede artıp azalma özelliğinde ve bölgesel olarak uygulanıyor. MR görüntülemede uygulanan manyetik alanla aynı şiddette ancak MR'daki manyetik alan statik, TMU'da ise değişken.
TMU tedavisi ise ayaktan uygulanabilir, anestezi ya da analjezik gerektirmeden uygulandığını söyleyen Prof. Dr. Tarhan yöntemle ilgili şu bilgileri verdi:
"Beyinde hedeflenen alanda "nöronal depolarizasyon" dediğimiz değişim oluşur. Beyindeki hücrelerin elektriksel iletisine müdahale edilmiş olur. Beynin elektriksel ve kimyasal ileti ile çalıştığı düşünülürse beynin yeterli çalışmayan doğal süreçlerini harekete geçirici etkisi olduğu anlaşılır. Dışarıdan elektrik akımı vermeden, güçlü ama kısa bir manyetik alan oluşturarak tedavi etkisini oluşturur."
Tedaviye dirençle vakaların tümünün uygun hasta kalıbına uyduğunu belirten Prof. Dr. Tarhan, "EKG'de bu da hamileler üzerine çok rahat uygulanabiliyor. Biz genellikli üçlü tedavi protokolü uyguluyoruz. İlaç, pisikoterapi ve manyetik uyarı. Dirençli vakalar olduğu için bu şekilde davranmak gerekiyor ve bu şekilde bize gelen vakalarda çok başarılı sonuçlara ulaştık" diye konuştu.

TMU'unun etkili olduğu hastalıklar
Prof. Tarhan, TMU'nun öncelikle önerilen tedavi alanlarını şöyle sıraladı; Tedaviye Dirençli Depresyon, Şizofreni ve Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Şizofreni ruhsal bozukluklarıdır. Gebelikte, emziren annelerde ve kalp hastalarında kullanılabilmesi, ilaç tedavisine bir üstünlüğü olarak dikkat çekmektedir. Nörolojide kullanımı ise, konuşma bozuklukları, Epilepsi, Parkinson ve bazı felçlerde. Otizm ve hiperaktivite'de kullanım ile ilgili bilimsel çalışmalar sürüyor.

KAYNAK: Medikal Trend, Ocak 2004
Çek Beyne Bi’ Reset!
 
 
Her zaman insan beyninin, gelişmiş bir bilgisayara benzediği söylenir. Yapılan araştırmalarda bu benzetmeyi doğrular nitelikte. Son yıllarda bilim adamları, elektromıknatıslar kullanarak, beyni ‘reset’leyen ya da ‘reboot’ eden yeni uygulamalardan söz ediyor. Hatta bu uygulamalar özellikle ağır depresyon tedavisinde kullanılmaya başladı bile
Beyninizin bir bölümünü reset'lemeye ne dersiniz? Yaşadığınız acılardan ya da unutmak istediğiniz ama rüyalarınızda bile peşinizi bırakmayan anılarınızdan kurtulmanın bir yolu olsa, dener miydiniz? Diyelim ki, bilgisayarınızda olduğu gibi bir 'tık'la tüm zihninizi boşaltı vereceksiniz. Ya da beyninizde depresyona neden olan kısmı 'restart' ederek, tüm fonksiyonların normale dönmesini sağlayacaksınız. Tabii bu işlemi bir uzmanın yapmasında fayda var. Maazallah, beyninizi reset'lemeye çalışırken konuşma, hareket etme gibi temel bilgileri de yanlışlıkla silebilirsiniz.
Depresyon Tedavisinde Yeni Yöntem
Bunlar size çok mu fütüristik geliyor? Oysa yaklaşık on yıldır, bilim adamları beyni reset'leyecek ya da düzensiz seyreden beyin fonksiyonlarını yeniden düzenleyecek yöntemleri araştırıyor. Hatta son yıllarda Avrupa'da, Özellikle ağır depresyon tedavisinde, beynin işleyişini tamamıyla değiştiren bir uygulama kullanılıyor: Transkraniyal Manyetik Stimulasyon (TMS). Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Hakan Yöney, bu yöntemi kısaca, "Elektromanyetik alanlar kullanarak, beyin fonksiyonlarını araştırmak ve etkilemek için kullanılan bir uygulama" olarak açıklıyor.
Geçtiğimiz hafta Time dergisinde yer verilen bu uygulamanın, gelecekte depresyon ve diğer psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde, ilaç ve diğer yöntemlere alternatif olabileceği iddia ediliyor. Şimdiden bu uygulamanın olumlu sonuçlarım görenler de yok değil, iki çocuk annesi Martha, kronik depresyonunu atlatabilmek için, neredeyse başvurmadığı tedavi kalmadığını söylüyor: "Geçen yıl, depresyon tedavisiyle İlgili yeni bir uygulama için gönüllüler arandığını öğrenince, katılmaya karar verdim. Bir süre sonra, Colombia Üniversitesi'ndeki New York Psikiyatri Emtitüsü'nde, kafatasınım üzerine yerleştirilen elektromanyetik bobinin altında bir İskemlede otururken buldum kendimi."
New York Psikiyatri Enstitüsü, TMS uygulamaları konusunda araştırma yapan dünyanın sayılı bilim kurumlarından birisi. Amaç, bobindeki güçlü mıknatısların oluşturduğu dalgalarla, beynin ilgili kısmındaki depresyona neden olan düzensizliği reset'lemek. Tedavi haftada bir, 1 saatlik seanslarla 6 hafta devam ediyor. "Üçüncü haftadan sonra, değişiklikleri hissedebiliyordum" diyor Martha, "Lezzetli yemeklerden, güneş ışığından yeniden keyif almaya başlamıştım." Üstelik uzmanlar, bunun bir tesadüf olmadığını söylüyor. ABD Ulusal Beyin Sağlığı Enstitüsü denetiminde 240 depresyon hastasıyla gerçekleştirilen uygulamalar da aynı başarıyı işaret ediyor. Çalışma ekibinden Dr. Saran Lisanby, gelecek yıllarda TMS'nin, depresyonda en etkili ve yan etkisiz tedavi olarak benimseneceğini belirtiyor.
Çökerse, Sistemi Yeniden Yükle!
Söz konusu bobinler, elektromanyetik dalgalar olunca, aklımıza hemen elektroşok yöntemi ve 'Guguk Kuşu' filmi geliyor. Hani hapisten kurtulmak için akıl hastası taklidi yapan, sonra hastanedeki düzeni de altüst eden mahkûm Randle McMurphy'yi, Jack Nicholson'ın canlandırdığı Milos Forman'm ünlü filmi. Öyle ya, kimse rahatsızlığından kurtulurken, filmin sonunda elektroşokla tüm beyin fonksiyonları şoklanan McMurphy gibi yaşayan bir Ölüye dönüşmek istemez. Ama uzmanlar, TMS'nin bununla bir ilgisi olmadığını belirtiyor.
Nörolog Dr. George Wittenberg'e göre manyetik stimülasyon, hiçbir elektrik bağlantısı olmadan, beyin işleyişini düzenleyen bir uygulama. Üstelik elektroşok gibi kasılmalara neden olmadığı için, anestezi ya da kas gevşetici gibi önlemlere de gerek kalmıyor. Bu yöntem ülkemizde de şiddetli depresyon tedavisi için Memory Center'da uygulanıyor. Memory Center'dan psikiyatr Dr. Oğuz Tan da, TMS'nin neredeyse elektroşok kadar etkili ama yan etkisi açısından bir o kadar zararsız bir yöntem olduğunu vurguluyor. Dr. Tan'a göre elektroşok, depresyon tedavileri arasında en etkili yöntem. Hatta boğazını keserek intihara teşebbüs eden hastalar bile, bu tedaviyle kısa sürede yeniden şarkı söyleyip gülmeye başlıyor. Ne var ki, vücuda elektrik verildiği için, yanlış bir uygulama çok ciddi sonuçlara yol açabiliyor. "Oysa elektromıknatıslar sadece 2 cm'ye etki eder. Yani uzman beynin hangi bölgesini hedefliyorsa, sadece o kısımda değişiklik olur. Dolayısıyla hiçbir tehlikesi bulunmaz. MR gibi bu yöntem da hamilelerde dahi kullanılabilir" diyor.
Prof. Dr. Hakan Yöney İse bu yöntemi daha çok tahta bir masa altındaki mıknatısın, yüzeydeki İğneyi yönlendirmesine benzetiyor. "Kafatası, beyindeki elektriksel aktiviteyi değiştirme çabalan açısından, etkili bir engeldir. Bunu aşmak için yüksek voltajlar gerekir ve etkinin ince ayarının kontrol edilmesi de pek kolay olmaz. Ama bu yöntemle, kafatasına elektrik uygulanmaz."
Peki, beyne gönderilen elektro dalgalar ne işe yarıyor? Psikiyatr Dr. Mark George, "Beyin hem elektrik hem de kimyasallarla ilgili bir organdır" diyor. Yani ilaçlar nasıl beynin salgıladığı hormon ve diğer kimyasalları etkiliyorsa, bu yöntemle de kortekste gerçekleşen elektrik akımı yönlendiriliyor. TMS yoluyla beyne gönderilen akım vuruşlarıyla, beyin sinirlerinin birbiriyle olan iletişimi düzenleniyor. Vuruş frekansı ve şiddeti ayarlanarak, ilgili kısımdaki işleyiş hızlandırılıyor ya da yavaşlatılıyor. Beynin gelişmiş bir bilgisayar olduğu düşünürse, işlemi şöyle açıklamak mümkün: Network reset'lenerek, bilgisayar uzmanlarının sık kullandığı terimle beyin reboot ediliyor, yani sistem yeniden yükleniyor. Dr. Oğuz Tan da beynin gelişmiş bir bilgisayar olduğunu söylüyor. îçinde 140–150 milyar kablonun bulunduğu çok karmaşık bir bilgisayar : "öyle ki, beyni bir şehre benzetip, bu kabloları da birer ev olarak düşünelim. Her ev içinde de 8 bin telefon olsun, işte, beynin çalışması, tüm bu telefonların birbiriyle bağlantı kurmasına benzer."
Kişilik Değişebilir mi?
Böyle karışık bir işlem gerçekleşirken, kafatasının üze¬rinde bobin ve mıknatısların dolaştırıldığı hasta ne hissediyor dersiniz... Araştırmalar, uygulamalarda yüzde 3 ile 20 oranında, kas gerginliğinden kaynaklanan baş ağrıları görüldüğünü belirtiyor. Bir de zaman zaman denekler baş kısmında karıncalanma hissediyor. Kullanılan elektromıknatıslar ise MR taramalarında kullanılanlara benziyor. Ama buradakiler elde tutulabilecek kadar küçük.
Son yıllarda Kanada ve Avrupa'da şiddetli depresyon tedavilerinde kullanılan TMS yöntemi, ABD'de sadece araştırma amaçlı uygulanıyor. Ülkemizde ise 2 yıldır psikiyatrik rahatsızlıklara yönelik bu uygulama, daha önceleri de kas sorunlarının tedavisinde kullanılıyordu. Memory Center'daki uygulamaların yüzde 80 oranında olumlu sonuç verdiğini belirten Dr. Oğuz Tan, tedavinin 10 ile 20 seans arasında yapıldığını söylüyor. Ayrıca yöntemin şizofreni, obsesif kompülsif bozukluklar, travma sonrası stres bozukluğu ve parkinson tedavisinde de kullanılabileceği yolunda çalışmalar devam ediyor.
Time'da yayınlanan haberin başlık sorusu, kafatası üzerinde dolaştırılan mıknatıslarla, insan kişiliğinin ya da özelliklerinin değiştirilip değiştirilemeyeceği. Biz de bu soruyu uzmanlarımıza yöneltiyoruz. Dr. Oğuz Tan, gelişmelerin bu yolda olduğunu dile getiriyor: "örneğin beyinde bulunan Amigdala adlı organ, insanın korku faaliyetlerini kontrol ediyor. Fareler üzerinde yapılan deneylerde, bu organ alındığında, farelerin hiçbir şeyden korkmadıkları gözlemlendi. Belki gelecekte, insan Amigdala'sını etkileyerek, gereksiz korkulardan kurtulmak mümkün olacak." Dr. Tan'ın verdiği diğer örneğe bakılırsa, yakında kötü anıları hafızadan silmek için de bir nöropsikiyatri merkezine gitmek yeterli olacak. Çünkü şu sıra bilim adamları, her iki şakağın arkasında bulunan hipocampüs'ler üzerinde çalışıyor. Hemen belirtelim, bu bölgelerin asli görevi, hafızayla ilgili faaliyetleri yönetmek.
Beyin üzerindeki araştırmalar, beyni reset'lemeye kadar vardığına göre, Öyle görünüyor ki önümüzdeki yıllarda istenilen davranış biçimlerinin ve kişilik özelliklerinin
hard disk'e yüklenmesini mümkün olacak.
Bazı bilim adamlarına göre yakında kötü anılan hafızadan silmek için bir nöropsikiyatri merkezine gitmek yeterli olacak. Beynin sırlan keşfedildikçe, gelecekte belki de istenilen davranış biçimleri ve kişilik özellikleri de hard disk'e yüklenebilecek.

Aslı Ortakmaç
Kaynak: Aktüel Dergisi, 6-12 Nisan 2005
Beynin Kimyası Bozuluyor
 
 
Televizyon, bilgisayar, otomobil koltuğu gibi sürekli iç içe olunan eşyalardaki bazı kimyasal maddeler, çocukların beynini olumsuz etkileyip zekâ seviyelerini düşürüyor
Kimyasal maddeler çocukların beynini olumsuz etkiliyor.
Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), televizyon, bilgisayar ve otomobil koltuğu gibi her gün kullanılan eşyalarda bulunan kimyasalların, çocuklarda hafıza ve zekâyı olumsuz etkilediğini açıkladı.
Zekâ seviyesinde en ufak bir düşüşün bile bir çocuğun hayatında önemli sonuçlar doğurduğunu hatırlatan WWF, IQ seviyesinde bir puanlık düşüşün, hayat boyu kazançta yüzde 2'lik düşüşe denk geldiğini vurguladı. Avrupa Birliği tarafından desteklenen araştırmada, insanların ürettiği bazı kimyasalların çocukların görsel yetenek ve hareket yetenekleri üzerinde de etkisi olduğunu ortaya koydu. Raporda, pazarda tahmini olarak 70 bin çeşit insan yapımı kimyasal bulunduğu yer aldı.
Araştırmacılara göre, çocuklarda görülen sinirsel davranış bozukluklarının yüzde 10'u bu kimyasallara maruz kalmakla ilişkili. Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu, özellikle, günlük eşyalarda sıkça kullanılan yanmayı önleyici DecaBDE ve PCB gibi zehirli kimyasalların risk oluşturduğunu açıkladı. Bu kimyasallar genellikle inşaat malzemelerinde bulunuyor. Anne karnında PCB'ye maruz kalınması ise kızlarda erkeksi özellikleri artırırken, erkeklerde azaltıyor.

Elektromanyetik Kirlilik ve Beyin Sağlığımız
 
 
Elektromanyetik radyasyon, bütün evreni kuşatan bir enerjidir. Gözümüze çeşitli renkler halinde görünen ışık da elektromanyetik radyasyonun bir parçasıdır. Göremediğimiz radyasyon ise, bir tarafta kızılötesi, mikrodalga, televizyon ve radyo dalgaları halinde, diğer tarafta da morötesi, X ve gama ışınları olarak, elektromanyetik tayfın her iki yanında uzanıp giderler.
Morötesi, X ışınları, gama ışınları termik (sıcaklık) etkisi fazla olan ışınlardır. Özellikle hücreleri iyonize ederek parçalama ve öldürme özellikleri kuvvetlidir. Bu tür ışınların kanser yapıcı ve bağışıklık sistemini bozucu etkisi kanıtlanmıştır.
Morötesi ışınlar, X ışınları, Gama ışınları, kozmik ışınlar iyonlaştırıcı elektromanyetik radyasyon yayarlar. Yüksek frekans ve enerji kullanıldığında çok tehlikeli olabilmektedirler. Çünkü maddenin atomlarını değiştirici ve parçalayıcı özellik taşır. Canlı hayat için çok tehlikelidirler. Cep telefonlarının ekranlarının gama ışınları yaydığı düşünülürse ciddi risk söz konusu olacaktır. İyonlaştırıcı ışınların sağlık üzerine olumsuz etkisi bilimsel olarak gösterilmiştir. Kanser yapıcı, bağışıklık sistemini bozucu etkisi kanıtlanmıştır.
Diğer taraftan, cep telefonları, baz istasyonları, TV ve radyo dalgaları da zihin sağlığı açısından ciddî endişeler uyandırılmıştır.
Biyofizik kurallarına göre, bir kaynağın ürettiği enerjinin dalga boyu ve frekansı, sodyum, potasyum ve kalsiyum değerlerine denk düşerse, bedenle arasında etkileşim başlar. Bunlar, hücrelerin dış dünya ile iletişimini sağlayan temel kimyasallardır. Sodyum pompasının bozulması hücrenin parçalanması demektir. Bu arada, enerji kaynağının ürettiği enerjinin frekansı da önemlidir. Frekans yükseldikçe bedene derinlemesine nüfuz artmaktadır.
Elektromanyetik ışımanın beyinde melatonin hormonunu azalttığına dair güçlü bilimsel kuşkular vardır.
Melatonin beynin salgıladığı zihin işlevleri, hafıza, bilgi işlemi, cinsellik, stres hormonları, uykuda beyin onarımı gibi önemli bir hormondur. Doğal uyku sağlayıcı olarak tıpta kullanılabilmektedir.
Alzheimer hastalığının dünyada artması ile elektromanyetik kirlilik arasında sebep-sonuç ilişkisi ciddî boyutlardadır. Eğer melatoninin salgılamasını azalttığı doğrulanırsa, Alzheimer hastalığı konusunda radyasyon sanık sandalyesine oturacaktır.
Gerçekten de, elektromanyetik ışınımın yoğun olduğu çevrede oturanlarda sinirlilik, huzursuzluk, depresif belirtiler, uyku bozuklukları ortak yakınmalardır. Son bilimsel veriler depresyon, sinirlilik, öfkelilik, kıskançlık, şüphecilik, sıkıntı, korku, heyecan gibi duygusal bozuklukların beyin kimyası ile ilgili olduğunu göstermiştir. (Maamafih, farmakolojik devrim niteliğindeki bazı ilâçlarla 25 senelik sinirlilik giderilebilmektedir.)
Melatoninin salgılanması biyolojik ritim için düzenleyici etki yapar. Az salgılandığında hipofiz bezinin çalışmasını bozar. Seks hormonlarını azaltır, stres hormonları salgılanmasını arttırır.
Stres hormonlarının fazla salgılanması kemik iliği ve bağışıklık sistemini zayıflatır. Sonuçta vücudun hastalıklarla mücadele eden gücü zayıflamış olur. Gizli tümör hücreleri harekete geçebilir.
Sınır değerlerin altında dahi olsa elektromanyetik radyasyonun uykusuzluk, başağrısı, kronik yorgunluk, sinirli yapması küçümsenmeyecek risklerdir.

Prof. Dr. Nevzat TARHAN "Özgür ve Bilge" Dergisi, Mart 2002
Zeka, Beyin ve Gelecek
 
 
Zekanın tek tip olduğu ve doğuştan sabit bir düzeyde olduğu inancı yıkılmaktadır. Howard Gardner’in çoklu zeka, Daniel Goleman’ın duygusal zeka konusundaki tezleri önemli tartışmalara yol açmıştır.
Bilim dünyasının yeni projesi “Beyin projesidir.” Genom projesi tamamlandı ve evrenin sırları konusunda önemli bir adım atıldı. Beyin projesi için 30 yıllık bir süre belirlendi. “Nasıl düşünüyoruz” sorusuna cevap vermek insanlığın sırlarının anlaşılmasında önemli bir hedef olmuştur.

“World Future Society” (Dünya Gelecek Derneği) öğrenmenin gelişmesi, okul eğitimi ve onunla yakından ilişkisi olan IQ zekası konusunda ilginç görüşler öne sürmektedir.
1. Şimdiye kadar yapılmış en büyük makine olan INTERNET giderek büyüyecek ve önem kazanacaktır.
2. Beden gücünün yerini mekanik makineler aldı. Bilgisayarlarda zihinsel çalışmaların yükünü azaltacaktır.
3. Bilgi teknolojisi dünyanın her yerine yayılacak, aletleri küçülecek, herkes taşıyabilecek. Hatta bedeninize yerleştirilebilecektir. Ürünleri tanıtmak için bedava bile verilecektir.
4. Dünya kültürü oluşacak, kültür ve dillerde çoğu yok olacaktır. Beklenmedik olaylar ve tehlikelere neden olabilecektir.
5. Akıllı evler oluşacak, büro gökdelenler gereksizleşecektir. İnsanların çoğu kırsal kesime, tatil yörelerine yerleşecek, bilgi teknolojisi ile işlerini yürütecektir. Evler çok çekici olacak, dışarı çıkmak istemeyen insan yeni bir yalnız yaşam türü oluşturacaktır.
6. Yeni yaşam türü insanı anti sosyalleşecek, suç davranışlarında artışlar oluşacaktır.
7. Klasik zekaya dayalı klasik okul eğitimi şekil değiştirecek. Her alanda paketlenmiş eğitim yardımları alabilecektir
8. Okul eğitimi bebeklik çağından başlayacak “Yaşam boyu” eğitim düşüncesi yaygınlaşacaktır. “Uzaktan eğitim” bütün dünyaya yayılacaktır.
9. Okul sınıfları çok farklı, yetenek ve ilgileri olan öğrencileri bir araya getirecek daha çok sanal gerçekler konuşulacaktır.
10. Depolanmış bilgi kaynakları genç kuşağın daha kolay ulaşacağı hale gelecek, daha çok bilgi sahibi olmak yerine daha az bilecek , ancak bilgiye istediği anda ulaşacak.
11. İnsanlığın bugüne kadar edindiği bütün bilgilerden kendi çalışmaları için yararlanabilecektir.
12. Eğitim kişisel tempoya göre tamamlanabilecektir.
13. Disiplinli, ama eğlenceli eğitim felsefesi yerleşecek, öğretmenlik görevi öğrencilerdeki yıkıcı ve oyuncu eğilimleri denetleme önceliğine dönüşecektir.
14. Gerçekler yerine sanal dünyada yaşanacak bencillik, kumar, kişisel çıkar tutkunluğu daha büyük toplumsal sorun haline gelecektir.

Zekanın Biyolojisi
Filin ve balinanın beyinleri insan beyninden daha ağırdır. Ancak beyin ağırlığı vücut ağırlığı oranı insanda daha yüksektir.
Beyin ağırlığı (E) = Beyin katsayısı (K) x Vücut ağırlığı (P)
Beyin katsayısı insanda 2.8, maymunda 0.4, farelerde 0.007’dir. (Dubois)
Öğrenme hızı ölçümlerinde şempanze zeka katsayısı 104 olan çocuktan ikili sınamada öğrenmeyi daha hızlı yapmıştır. (Hodos,Schimitt)
Hayvanlar koku temelinde daha başarılı, insanlar görme temelinde daha başarılıdır.
İnsan soyunun kendi içindeki beyin ağırlığı çelişkili sonuçlar vermiştir. Dahilerin otopsisinde beyni 1000 gram çıkan dahiler olmuştur. Avrupalıların ortalama beyni 1400 gramdır.
Beyin büyüklüğü ile zeka arasında doğru orantı kurulamamaktadır.

Zekanın beyindeki yeri:
Zihinsel etkinlikler beynin belirli bölgeleri ile bağlanabilir mi?
Bu zor fakat önemli bir sorudur. Duyguların kontrolü, içgüdülerin zaptedilmesi, dikkatin bir noktaya yoğunlaştırılması birer beyin fonksiyonlarıdır. Yapılan beyin ameliyatlarında zihinsel merkezlerle birlikte beynin bir bütün olarak işlediği sonucuna varılmaktadır. Alından bir lob alındığında zeki katsayısı hiç değişmeyen vakalar olmuştur.
Gage vakası sinir bilimcilerin önemsediği bir olgudur. Gage 1850 li yıllarda ABD de çalışan başarılı, becerikli ve zeki bir ustabaşıydı. Demiryolları yapımında özel bir teknik geliştirmiştir. Dinamitle kayaları parçalıyordu. Bir gün kayada delik açtı, barutu doldurdu, geliştirdiği 3 cm.lik demir çubuğu yerleştirdi. Ateşlerken birisi ismini sesledi. Dikkati o an dağıldı, başını çevirdi. Barut patladı, demir çubuk gözünün altından girdi sol alın bölgesini parçaladı. 2-3 dakikalık baygınlıktan sonra kendine geldi. Ameliyat oldu, sadece sol gözünü ve beyninin ön bölgesini kaybetmişti. Gage’nin zekası aynı parlaklığı ile devam ediyordu., fakat kişiliği değişmişti. Çok konuşuyor, her şeye karışıyor, küstah, laubali, müstehcen konuşan birisi olmuştu. Girdiği işte ilk anda başarılı oluyordu. Fakat kimseyle anlaşamadığı için sık iş değiştirmeye başlamıştı. Hayatın kalan kısmını serseri bir yaşantı ile geçirdi.

Zekayı etkileyen hastalıklar.
Fenil ketonüri: uygun enzim eksikliği nedeniyle organizma Alanin aminoasidini, Tirozine çevirememektedir. Fenil pirüvik asit idrar ölçümleri ile doğuştan tanı koyulabilir. Tirozinden bol beslenme ile beyin kimyası temel amino asidini sağlamış olur.
Kretinizm: Tiroid bezinin kana yeterince hormon bırakmaması sonucu zihin gelişmesi yavaş oluşur, zeka geriliği ortaya çıkar. Erken yaşta hormon vererek düzeltilebilir.
Tay-Sacks hastalığı: Ailevi bakarkörlük, lipid (yağ) metabolizmasının bozukluğudur. Zeka geriliği ile birlikte seyreder.
Vitamin yetersizliği: Yetersiz kalan maddelerin verilmesi gerekir. Aminoasit ve fosforun fazla alınmasının zekayı geliştirdiğini söylemek zor ve yanlıştır. Bazı zihinsel uyarıcılar (kafein gibi verimliliği etkileyebilir. Yorgunluk hissini azaltan maddelerin uygun dozda alınması zekayı kamçılayıcıdır, öğrenmeyi arttırır.

Stresin Zekaya Etkisi
Stres hormonlarının beyinde bilgi akışını nasıl etkilediği ilgi çeken bir konudur.
Az miktarda stres öğrenmeyi arttırırken fazla miktarda stres öğrenmeyi zorlaştırmaktadır.
Çoğumuz heyecanları ve çok basit şeyleri hatırlamakta zorluk çektiğimizi biliriz. Kronik Depresyon sürekli beynin senelerce içinde düşünceyi kullanma becerisini kaybedebilmektedir. Mamafih Alzheimer hastalığının önemli sebeplerinden biriside kronik depresyondur.
Beyin elektriksel ve kimyasal ileti ile çalışmaktadır. Beyindeki kimyasal maddeler yeterli olmadığı zaman bilgi işlem yeterli yapılamaz. Böylece dikkat konsantrasyon güçlükleri, hatırlama bozuklukları ortaya çıkar. Yeni bilgileri beyne kaydetme olan öğrenme süreci ile beyin kimyasının yakından ilişkisi vardır.
Az miktar stres beyinde bilgi akışını hızlandırır, tetiktelik hali ile enformasyon prosesi hızlanır. Fazla miktarda stres beyinde kimyasal alarm yaptığı için bilgi akışı ve enerjisi transferi bloke olur. Stres kimyasal olan noradrenolik fazla salgılanması öğrenme kimyasalı olan asetil kolinin kana karışmasını önler.
Stres durumunda beynin savaş alarmı vermesi korunma ve savunma amaçlıdır. Tehlike ve düşman karşısında ani ve fazla düşünmeden hareket etmesi gerekmektedir. Şu an yeni bilgi öğrenme zamanı değildir. Nitekim aynı anda kalp daha hızlı çarpar, tansiyon yükselir, içimize sıcaklık yayılır. Vücuttaki enerji depoları boşalır. Şeker, yağ asitleri, kolesterol kana daha fazla karışır. Vücuda acil enerji sağlar. Bu durumun uzun sürmesi organlara artık zarar vermeye başlar. Bu nedenle kronik stres bütün organların olduğu gibi beynin yani zekanın da düşmanıdır.
Uzun süreli öğrenimde kortizal hormonumu salgısı önem taşır. Yapılan fare deneylerinde Hipofiz bezi çıkarılmış farelerin zil sesi-yeme zamanı deneyinde öğrenemedikleri, kanlarına korfizon enjekte edildiğinde öğrenmeye başladıklarını göstermiştir. İlginç bir durumunda fazla miktarda kortizolun yaptığı sonuçtur.
Fazla miktarda kortizol verilen farelerin öğrendikleri davranışı unutamadıkları, tekrarlayıp durdukları ve yeni şeyler öğrenemediklerini göstermiştir. Kortizol fazlalığı ile insanın psikolojik takıntısı ve psikolojik takıntıların ilaçla düzelebilmesini bu mekanizma açıklamaktadır.

Prof. Dr. Nevzat TARHAN
"Özgür ve Bilge" Dergisi, Ağustos 2002
Beyni Okumada Yeni Bir Araç Mıknatıs
 
 
Kendini insan beynini incelemeye adamış bilim adamlarının işi, birçok alandan daha zor. İster hareket gibi görece ‘basit’, ister karmaşık zihinsel işlevler olsun, bütün dışavurumlar, derindeki inanılmaz karmaşıklıktaki yapının yüzeye çıkmasına izin verdiği ipuçlarından ibaret. Ortaya çıkardığı işlevler bir yana, yapının kendisini çözümlemek bile başlı başına sorun: farklı işlevleri yerine getirmek üzere gruplaşmış, gruplaşmamış milyarlarca sinir hücresi, varlığı bilinen bilinmeyen milyarlarca bağlantı... Ayrıca, hastalıklı bir karaciğerden küçücük bir parça alınıp incelenmesinde genellikle sakınca olmasa da, depresif bir hastanın beyninden küçücük bir parça alıverip incelemek öyle kolay kolay gerçekleşecek bir şey değil. Sonuçta, bu alanda çalışan bilim adamlarının kendilerini müze ziyaretçisi gibi hissetmelerine şaşırmamak gerek. Bakmaya izin var; ama dokunmaya yok! (Cerrahi girişimleri saymazsak tabii.) Ancak, yeni yeni de olsa, beynin işlevlerini 'izlemeyi' olduğu kadar, kısa süreli müdahaleleri de olanaklı kılan teknikler geliştirilmekte.
Beyin görüntüleme teknikleri geliştirilip yaygın olarak kullanılmaya başlanmadan önce, sağlıklı beynin işlevlerini ortaya çıkarmanın neredeyse tek ve oldukça dolaylı sayılabilecek yolu, beyin hasarlı hastaları inceleyerek, hangi bölgedeki hasarın ne tür işlevsel kayıplara neden olduğunu bulmaktan geçiyordu. Bu şekilde araştırmacılar dilsel beceriler, hafıza, öğrenme gibi işlevlerden sorumlu bölgelerle ilgili bilgi toplayabildiler. Kan akımının yoğun olduğu, dolayısıyla da etkin olan beyin bölgelerini saptamaya yarayan işlevsel manyetik rezonans (fMRI) görüntüleme tekniği 1980'lerde devreye girdikten sonra çalışmalar yeni bir boyut kazanabildi. Belirli işlevleri yerine getirmekte olan kişinin hangi beyin bölgesinin etkin olduğunun anında görüntülenebilmesi, büyük bir bilgi birikimi sağladı. Ancak bu tekniklerin de sınırları vardı. Kanada McGill Üniversitesi'nde sinirbilim (neuroscience) uzmanı Toma Paus'un da yakındığı üzere, bu teknikle "bir beyin bölgesinin bir diğerini etkileyip etkilemediğinden, ya da üçüncü bir bölgenin her iki bölgeyi birlikte etkinleşmeye zorlayıp zorlamadığından" emin olmak pek mümkün değil. Kısacası, araştırmacıların düşü, beyni pasif olarak izlemek yerine, onu doğrudan manipüle edebilmekti.
Bunun için manyetik alanlardan yararlanılabileceği düşüncesi, çok yeni değil. Beyin hücreleri, iletişim ağlarını kurmada yararlandıkları lifleri boyunca elektrik sinyalleri gönderirler. Manyetik alan değiştirilerek iletkenlerde akım başlatılabildiğine göre, manyetik bir atım, beyin hücrelerindeki akımı da uyarabilir, sonuçta beyin etkinliğini değiştirmek mümkün olabilir. 19. yüzyıl başlarında bile bu prensipten yola çıkan denemeler yapılmış olsa da, beyni uyarabilecek özellikteki kısa, güçlü atımları oluşturabilen ilk aygıtlar 1980'lerin ortalarında geliştirildi. "Transcranial Magnetic Stimulation-TMS" (Kafaiçi Manyetik Uyarım) adını alan bu tekniğin İngiltere'de gerçekleşen ciddi anlamdaki ilk uygulamasında, yaklaşık 1 milisaniye süren 2 tesla'lık bir manyetik atım, parmak hareketlerini denetleyen beyin bölgesini uyarmada kullanılarak, parmakların istemsiz olarak kasıldıkları görüldü. O dönemlerde daha çok hareketten sorumlu beyin bölgeleri ve sinirlerde hasar tespit etmek amacıyla uygulanan teknik, şimdilerde görme, dilsel beceriler, öğrenme, hormonal tepkiler, ilaç etkileşimleri gibi çok geniş bir yelpazede çeşitli araştırmalar yapılabilmesine olanak tanımış durumda. ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü'nden Eric 'Wassermann, özelliklede sağlıklı insan beyninin günümüzde başka hiçbir teknikle bu kadar dolaysız incelenemediğini söylüyor.
TMS uygulaması temel olarak, başa yakın tutulan bir bobine verilen elektrik akımı ve akımın oluşturduğu manyetik alandan yararlanıyor. Alanın beyin dokusuyla teması, sinir hücrelerinde etkinlik değişimlerine neden oluyor. Tek bir atım, sinir hücrelerinin yalnızca birkaç milisaniye boyunca uyarılmalarıyla sonuçlanırken, atımların yinelenerek verilmesi (rTMS) uyarıların bir anlamda karışmasına, sonuçta da beyinde bir tür 'kararma' yaşanmasına neden oluyor. Tekrarlı atımlarla amaçlanan, üzerinde inceleme yapılabilecek sanal lezyonlar (hasarlı bölgeler) oluşturmak. Bu arada, yaratılan akımın şiddet ve frekansına bağlı olarak, uyarı, beyin etkinliğini artırıcı ya da azaltıcı etkide bulunabiliyor. Kişinin bu arada hissettiği tek şeyse, baş üzerindeki kasların kasılmalarından kaynaklanan bir tür "tıkırtı".
Geçtiğimiz yıl, Harvard Üniversitesi’nden Alfonso Carrera ve ekibi, fiil ve isimleri değerlendirirken beynin farklı bölgelerinin harekete geçtiği tahmininden hareketle yaptıkları çalışmada, rTMS tekniğinden yararlandılar. Caramazza, genel olarak fiil çekimiyle ilişkili olduğu düşünülen bir beyin bölgesi üzerinde duruyordu. Lezyonlu beyin dokularının bilgisayarlı beyin tomografisiyle alınan görüntüleri, yeterince güvenilir sonuçlar vermiyordu; çünkü lezyonlar genellikle, ilgili olabileceği düşünülen alandan fazlasını kaplıyordu. Caramazza söz konusu bölgeye rTMS uyguladığında, kişilerin fiil çekiminde gerçekten de başarısız olduklarını, isimlerle ise herhangi bir sorun yaşamadıklarını gözledi.
rTMS, son birkaç yıldır, bazı zihinsel süreçlerin incelenmesinde de kullanılıyor. Bunlardan biri, beyindeki görüntüleme sistemiyle ilgili. Belirli bir görüntüyü zihnimizde canlandırdığımızda, görüntüye ilk tanık olduğumuz gerçek sahnedeki nesneleri, aralarındaki görece uzaklıklara göre yeniden yerleştirdiğimiz bir "zihinsel görüntü" oluştururuz. Önceki çalışmalara göre, beyinde VI olarak adlandırılan bölgeye ait sinir hücreleri, görüntünün algılanması sırasında etkinleşerek, ortaya bir tür 'harita' çıkarıyor; görüntü zihinde canlandırıldığında da aynı bölge yeniden etkinleşiyor. Bu varsayımı TMS yöntemiyle sınamak isteyen bazı araştırmacılar, gönüllülerden bir deseni ezberlemelerini, sonra da gözlerini kapatarak kendilerine sorulan sorulara yanıt vermelerini istemişler. TMS tekniğinin VI bölgesine uygulanmasıyla, yani VI bölgesinde oluşturulan sanal lezyonla, kişilerin yanıt verme sürelerinin uzadığı gözlenmiş.
TMS'nin yakın geçmişte kullanıldığı başka çalışmalar da, görsel dikkat anıların depolanması, hatırlama, yüz ifadelerinin algılanması vb. zihinsel süreçleri kapsıyor.
Bazı gruplarsa, fMRI ve TMS tekniklerini bir araya getirerek beyindeki bazı sinirsel bağlantıların haritalanması üzerinde çalışıyorlar. Bu amaçla, optik bir algılayıcıyla tespit edilebilen yansıtıcı bir 'işaret' bobine tutturuluyor; bu şekilde bobinin konumu, MRI görüntüsü üzerinde seçilebiliyor. İki farklı tekniğin sunduğu veriler, böylelikle birlikte değerlendirilebiliyor.
Ancak, TMS tekniklerinin, özellikle de bilişsel sinirbilim (neuroscience) alanında çalışanlarca tam anlamıyla benimsenmesi, daha zaman alacak gibi. Bunu, hareketle ilgili sorunları çözmek amacıyla tekniği ilk kullanan araştırmacılarla, zihinsel çözümlemeler üzerinde çalışan araştırmacılar arkasındaki zayıf iletişime bağlayanlar var. Tekniğin kullanımıyla ilgili sorular da var. Sözgelimi bobin konumu ve atım şiddetinin, hedef beyin dokusunun hacmini, henüz bilinmeyen bir şekilde etkilediği ya da tekniğin zararlı olabileceği gibi. Sanal lezyonun aslında ne kadar sanal olduğu, ana sorulardan biri. Ya kişide henüz ortaya çıkmamış, sözgelimi sara nöbetlerine benzer bazı arazlara yatkınlık varsa? Ancak TMS’nin şimdiki veriler ışığında oldukça güvenli bir yöntem olduğunu düşünenler daha fazla. Uzmanların çoğu, özellikle de 1996'da gerçekleştirilen uluslararası bir çalışmadan iki yıl sonra yayımlanan uygulama yöntemlerine uyulması durumunda, korkulacak herhangi bir durum olmadığı konusunda fikir birliği içinde.
TMS'nin avantajları, yalnızca tanıda ya da işlevsel incelemelerde kullanımıyla sınırlı değil; tedavi konusunda da kendini gösteriyor. Özellikle zihinsel rahatsızlık ve hastalıklarda. Ağır depresyon vakalarında uygulanan şok terapisinde olduğu gibi, TMS de elektrik akımıyla beyni uyarıyor. Ancak akımın doğrudan değil de dolaylı yoldan uygulanabilmesi, şokun gerektirdiği kuvvetli elektrik akımlarının (akımın, tümüyle olmasa da yalıtkan özellikteki kafatasını geçmesi için kuvvetli olması gerekiyor) yerine daha zayıf akımların yeterli olabilmesi (kafatası, manyetik alanlara dirençli değil), yöntemi ister istemez daha ılımlı ve tercih edilir bir hale getiriyor. 1990'ların ortalarından başlayarak, TMS'yi depresyon, kişinin karşı koyamadığı saplantılı düşünce ve davranışlarla betimlenen "obsesif-kompulsif" rahatsızlıklar, manik rahatsızlıklar, şizofreni benzeri durumların belirtilerini azaltmak üzere kullanmaya hevesli psikiyatristlerin sayısının epeyce artmış olduğu gözleniyor. Sonuçlarsa hiç de önemsenmeyecek gibi değil. Bir çalışmada, ilaca cevap vermeyen depresif hastaların yarıdan fazlasının 5 gün boyunca tekrarlanan yönteme olumlu tepki verdikleri gözlenmiş. Obsesif-kompulsif hastalarla yapılan bir dizi deneme sonucundaysa, tek bir seanstan sonra bile saplantılarda önemli ölçüde azalma olduğu; şizofrenik hastalarda da, şizofreni için tipik olan işitsel sanrıların TMS sonucunda haftalar boyunca yok olduğu görülmüş. Ancak bazı hastalar önemli ölçüde iyileşme belirtileri gösterirken, TMS'nin etkisiz kaldığı durumlar da var. Uzmanlar, bunu kişiler arasındaki 'elektriksel' farklara bağlama eğiliminde. Bu durumda yapılacak şey, onlara göre, farklı kişilerde farklı tedavi yöntemleri uygulamak.
Manyetik uyarımın uygulamasını, kişi ve rahatsızlığına bağlı olarak, en etkili kılacak işlemlerin de ayrıntılarıyla belirlenmesi önemli. Sözgelimi depresyon 'için uygulanan yöntemde tipik olarak bobin, sol kulağın hemen ön ve üstüne (beynin sol ön-alın bölgesinin hemen üzerine) gelecek şekilde yerleştirilerek, saniyede 10 devirlik bir akım 8 saniye boyunca veriliyor; her yarım saatlik seans bu şekilde ayarlanmış 20 atımdan oluşuyor; bu işlem 10 gün boyunca tekrarlanarak da tedavi tümüyle tamamlanıyor. Araştırmacılar, tüm DU parametrelerin; bobinin yerleşimi, uyarımın frekansı, şiddeti, süresi, gün başına gerçekleştirilen seans sayısı, tedavinin kaç gün süreceği vb'nin, kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterebileceği konusunda tetikteler.
TMS, şu anda depresyon tedavisi için Kanada ve Avrupa'da resmen onaylanmış durumdaysa da, ABD'de şimdilik yalnızca deneysel çalışmalarda kullanılmakta.. Hayvanlarla yapılan deneylerdeyse manyetik uyarımın, sinirsel ileticilerin (neurotransmitter) düzeylerinde artışa neden olduğu, sinir hücresi almaçlarının etkiliğinde değişiklik yarattığı, ve beyinde sinir hücresi büyümesiyle ilişkili genlerin ifadelerini etkilediği gözlenmiş bulunuyor. Tekniğin öncülerinden biri, Güney Carolina Tıp Okulu'nda nöroloji ve psikiyatri uzmanı Mark George'un, TMS kullanımına ilişkin yorumu şöyle: "İçimdeki bilim adamı, tekniği henüz ancak yüzeysel yönüyle tanıdığımızı, onu etkin bir şekilde kullanmaya devam etmek için daha yapacak çok işimiz olduğunu söylüyor. İçimdeki klinisyense, özellikle de beyni ilgilendiren tedavilerin hemen hiçbirini temelinden kavramadığımızı, yine de yaşam kurtardıkları görüşünde."

Zeynep Tozar
Kaynaklar
Chicur,l, M. "Magn,tic Mind Gam,s" Natur" 9 Mayıs 2002
Wright. K. "Brafn Rx: Magn,ts" Discover. Kasım 2001
Eylül 2002 BİLİM TEKNİK
Psikiyatride Beyin Haritası Devrimi
 
 
Sistemin adı, "Bilgisayarlı EEG ve Beyin Haritası". Bu cihazlar, klasik EEG'nin bilgisayar devriminden sonraki geliştirilmiş hali... Kişinin beyin dalgalarının ölçümü yapılıp beyin haritası çıkarılıyor.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, GATA Psikiyatri Kliniği direktörüyken, psikiyatride bazı verilerin ölçülebileceğini gördü ve ABD'de beyin kaynaklı rahatsızlıkları tespit edebilen bir kliniğin temsilciliğini aldı. Bilgisayar devrimin¬den sonra nöropsikiyatride ölçülebilirlik konusuna eğilen Memory Center of Amerika'nın teknolojisini ve alt yapısını Türkiye'ye getirdi. Merkezde bulunan cihazlar; depresyondan panik atağa, dikkat eksikliğinden hiperaktiviteye kadar birçok beyin kaynaklı rahatsızlığı tespit edebiliyor. Beyin haritalamasının yapıldığı bu merkezde, sorun belirlendikten sonra tedavi aşamasına geçiliyor. Beynin fonksiyonel durumu tam anlamıyla bu haritalarda çıkıyor. Aynı yaş grubunda binlerce sağlıklı kişi üzerinde oluşturulan veriler, bu sistemde bir veri tabanı oluşturuyor. Fakat sadece bu cihazların verdiği sonuçlar baz alınmıyor. Klinik bulguları da ekleniyor konuyor.
Depresyon, panik ya da hafıza sorunu yaşayan kişinin hastalığının biyolojik boyutuna bakılıyor ve klinik muayenede sorun netleştiriliyor. Tedavi sonrasında ise yeniden beyin haritası çıkarılıyor ve kişinin beyninin normalize olup olmadığı kontrol ediliyor.

"Neurobiofeedback" yöntemi
Önce tanı konuluyor ve sonra tedavi planı yapılıyor. Bunun üç boyutu var. Hekimin, ailenin ve hastanın kendisinin, hastalık üzerine birlikte gitmeleri gerekiyor. Nevzat Tarhan, "Burada önce beynin stresli alanlarını bu harita sayesinde belirliyoruz. Sonra merkezimizde neurobiofeedback diye bir sistemle sorunlu bölgeye elektrot takılıyor ve kişi kendi beyninin çalışmasını görüyor. Orada elindeki âletle beynindeki stres bölgesini eğitmeyi öğretiyoruz. Kendine stressiz çalıştırma beceresi kazandırıyoruz ve bunu tamamen beyin gücüyle yapmasını öğretiyoruz. Bu, Türkiye için büyük bir yenilik. Mesela çocuklar zeki olsa bile bazen derse konsantre olamazlar. Bunu en aza indirgemek için bizim sistemimiz çok olumlu sonuçlar veriyor. Neurobiofeedback yöntemiyle çocuk, bilgisayar ekranında elini kolunu kullanmadan beyin gücüyle uçak uçurabiliyor. Düşüncesini kullanarak araba yarışı yapabiliyor. Böylece beyninin dikkat merkezinin çalışması sağlanıyor" diyor.
Prof. Tarhan'a göre; ideal olan tüm psikiyatristlerin muayenehanelerinde bu tür cihazların olması. Tarhan, "Psikiyatride en çok zorluk çektiğimiz şey biyolojik göstergenin olmamasıydı ama şimdi bu sistemle bunu sağladık" diyor.
Prof. Tarhan'ın Türkiye'ye getirdiği sistem gösteriyor ki; dünyada artık psikiyatride sadece terapi ve konuşmalarla belirlenen yöntemler yok. Ölçülebilirlik, hayatın her alanında olduğu gibi psikiyatriye de girmiş durumda. Bu sistemde kişiye ne tür ilaç verileceği daha rahat belirlendiği için hastanın güveni de kazanılıyor.

Depresyona erken tanı
Prof. Tarhan, "Erkeklerde örtülü depresyon ağırlıklı olarak var ama kendilerine yakıştıramadıkları için bu yöntemle sorun, kesin bir sonuç olarak karşılarına çıkıyor. Stres dalgaları beyninde çok salgılanan insanlar bir süre sonra depresyona giriyor. Bunu anlatıyoruz onlara ve kısa süreli bir tedavi ile kendilerine geliyorlar. Biz bu cihazları iki buçuk yıldır kullanıyoruz ve birçok Alzheimer vakası tespit ettik, Depresyon diye tedavi edilen alzheimer hastaları çok. Alzheimer başlangıcı kolaylıkla depresyon sanılabiliyor ve biz, her ay bir iki vaka yakalıyoruz. Alzheimer da erken tanı gerçekten önemli. Bu cihaz bize kesin sonuç veriyor" diyor.
Beyin
 
 
Beyin, omurgalılarda, kafatası boşluğunun içinde yer alan ve merkez sinir sisteminin ön bölümünü oluşturan, yoğunlaşmış sinir dokusudur. Duyular aracılığıyla alınan verilen birleştirip bütünleyerek, bu uyarılara yanıt niteliğindeki hareketleri yöneten, bu nedenle temel içgüdüsel etkinliklerde çok önemli bir rol oynayan beyin, üstün yapılı omurgalılarda aynı zamanda öğrenme merkezidir. Omurgasızların beyni, bir dizi sinir kordonunun ön ucunda kümelenmiş sinir hücrelerinden, omurgalıların beyni ise omuriliğin ön bölümünün iyice genişlemesinden oluşur. Gelişmemiş omurgalıların beyni, böyle bir genişleme göstermediğinden, daha çok bir boruyu andırır; bu hayvanların beyni ile daha üstün yapılı omurgalı embriyonlarının erken gelişme evrelerindeki beyni arasında oldukça büyük bir benzerlik göze çarpar.

Kırlarda, gezinirken karşımıza bir ağaç, çıkarsa ona çarpmamak için yolunu değiştirirsiniz. Vücudun bu işi gerçekleştirmesi, gözdeki nöron denen duyarlı sinir hücrelerinin ağacın varlığına yanıt vermesiyle; yani onun görüntüsünü sinirsel dürtüler şeklindeki bilgiler halinde beyine göndermesiyle mümkün olur. Bu nöronlara doyurucu yada algılayıcı sinirler denir. Beyin gelen bilgilere,hareket sinirlerine (motor nöronları) emirler göndererek karşılık verir, bu nöronların hareket sinirleri tarafından kaslara iletilmesiyle yolun değiştirilmesi sağlanır ve çarpışma önlenmiş olur.

Üstte anlattıklarımız nelerin olup bittiğini kabaca ve basit bir şekilde açıklamak daha doğrusu bir fikir vermek içindi. Aslında beyinin gerçekleştirdiği her iş çok karışık olaylar zincirinin sonucudur ve tam olarak anlaşılabilmesi için ayrıntılara inilmesi gerekir.

Beyinde birbirleriyle haberleşebilen 10 milyar dolayında sinir hücresinin bulunduğu tahmin ediliyor. İlk nöroloji uzmanlarından Amerikalı C. Judson Herrick, bu hücrelerden sadece 1 milyonunun ikiye iki ilişki kurabilmesi durumunda meydana gelecek olan kombinasyon sayısının 10 üzeri 2783000 yani 1 den sonra 2783000 tane sıfırı olan sayıya eşit olacağını hesapladı. Bu sayı normal bir daktiloyla yazılmaya kalkılsaydı uzunluğu 6 kilometreyi aşacaktı. Oysa insan beynindeki sinir hücrelerinin sayısı 1 milyonun 10000 katı olduğun-dan bu hücrenin birbiriyle ilişki kurma şekillerinin sayısını hayal edebilmemiz bile güçtür.

Gerçekten olağan üstü bir organ olan insan beyni ortalama olarak 1,36 kg ağırlığında beyaz ve boz renkte olup, beyin zarıyla çevrili olarak kafa tasının kemikten mahfazası içinde bulunur. Görmemizi, işitmemizi, dokunarak hissetmemizi, koku ve tat almamızı (beş duyumuzu kullanarak) sağlayan odur, tüm duyguların düşüncelerin, kararların ve hayallerin oluştuğu yer de beyindir. Gülmek, ağlamak, sevmek, yürümek veya koşmak açlık veya susuzluk hissetmek gibi eylemler yanında, nefes almak, terlemek, besinleri sindirmek gibi isteğimiz dışındaki eylemleri kısacası, hayatta her şeyi onun sayesinde yaparız. Bir anlamda, hayatla beyinin eşdeğer olduklarını söyleye biliriz, hatta ölümün yasal triflerinden biri de elektroensefalograf aletinde, beynin etkinliklerini yitirdiğinin görülmesidir.

İnsan beyni bu günkü halini 4,5 milyar yıllık bir evrimin sonunda almıştır; bir çok bilim adamı, onu doğadaki en mükemmel eser olarak niteliyor.

Merkezi sinir sisteminin en önemli kısmı olan beyin, kafatası kemikleri içinde, ağırlığı ortalama olarak erkeklerde 1200-1350 gr, kadınlarda ise 1000-1250 gr ağırlığında, yüzeyi ise ortalama olarak 2000-2100 cm2 olan bir organımızdır.
Bilinen en büyük beyinli insanlar; yazarlardan Trungenjew 2012 gr, politikacılardan Bismark 1807 gr'dır. Şimdiye kadar rastlanan en küçük beyin 369 gr, en büyük beyin 2850 gramdır. Her iki ağırlıktaki beyine sahip insanların akli dengelerinin bozuk olduğu görülmüştür.
Beynin büyük veya küçük olması zeka hakkında kesin bilgi vermez. Zekanın; nöronların çeşidine, beyinin ağırlığına, beyin yüzeyinin girintili-çıkıntılı oluşuna, beynin omuriliğe oranına ve nöronların az veya çok olmasına bağlı olduğu düşünülmektedir.

Eskiden düşünce ve duyguların merkezinin kalp olduğu sanılırdı. Oysa bugün bilincin, içgüdülerin ve deneyimle kazanılan bilgilerin beyinde oluşup biçimlendiğini biliyoruz. Sinir sisteminin en önemli parçası olan beyin, vücudun bütün hareketlerini ve tepkilerini yönettiği gibi duyguların,belleğin ve kişiliğin de merkezidir.
Besinlerin Beyin Fonksiyonları Üzerinde Etkisi
 
 
Beynimiz vücudumuzun küçük bir bölümünü oluştursa da, yiyeceklerle alınan enerjinin yüzde yirmisini harcar. Belirli yiyecekler algılama yeteneğimizi arttırır, daha verimli yapar, daha hızlı düşünmemizi ve dikkatimizi daha iyi vermemizi sağlar.

BELLEK;
HAVUÇ: Hatırlama yeteneğimizi arttırır, çünkü havuç beyin metabolizmasını canlandırır. Bir şey ezberlerken bir ufak tabak sıvı yağlı havuç salatası yiyin.

ANANAS: Tiyatro sanatçılarının ve müzisyenlerin ihtiyacı olan bir meyvedir. Örneğin uzun bir metin ezberleyebilmek için fazla miktarda C vitaminine ihtiyaç vardır. Ayrıca önemli bir eser halinde element olan mangan içerir.

AVOKADO: Kısa süreli bellek içindir (Örneğin alışveriş listesini yaparken). Fazla miktarda yağ asidi içerir. Yarım avokado yeterlidir.

MUTLULUK;
KIRMIZI BİBER: Ne kadar acı olursa o kadar iyidir. Aroma maddeleri vücudun kendi mutluluk hormonu endorphinin salgılanmasını hareketlendirir. En iyisi çiğ yenmeli.

ÇİLEK: Stresi giderir. Lifli maddesi mutluluk verir. Dozu en az 150 gram.

MUZ: Sırrı serotonin. Bu maddeye beynimizin mutlu olması için ihtiyacı vardır.

ÖĞRENME;
LAHANA: Sinirliliği giderir (tiroit bezlerinin aktivitesini yavaşlattığı için). Daha stressiz öğrenilir (örneğin sınav öncesi).

LİMON: C vitamininden dolayı canlandırır, algılama yeteneğini artırır. Dil öğrenme kursundan önce 1 bardak limon suyu için.

YABAN MERSİNİ: Uzun süreli bir öğrenmede ideal bir meyvedir. Beynin kanla daha iyi beslenmesini sağlar.

DİKKAT VERME;
KARİDES: Beyin besinidir. Vücuda önemli omega 3 yağ asitleri sağlar. Dikkat verme süresini daha uzatır.

SOĞAN: Aşırı yıpranmaya, fiziksel yorgunluğa karşı. Kanı sulandırır, beyin oksijeni daha iyi alır.

CEVİZ, FINDIK, FISTIK: Konferanslarda, konserlerde, uzun araba yolculuklarında, sinirleri kuvvetlendirirken, beyindeki haber alma maddelerinin oluşumunu hareketlendirirler.

YARATICILIK;
ZENCEFİL: İçerdiği maddeler beynin yeni fikirler üretmesini sağlar. Kan sulandığı için vücutta daha serbest akar, beyin oksijenle beslenir.

KİMYON: İnsanın aklına birden bir fikir getirtir. İçerdiği uçucu yağlar bütün sinir sistemini uyarır, ancak yaratıcı düşünce şartıyla. Aniden bir fikre, bir buluşa ihtiyacı olan kimyon çayı içmelidir (bir fincana iki tatlı kaşığı dolusu kimyonla).

STRESE KARŞI
Gerginsek ne yaparız? Bir fincan kahve veya bir kola içeriz. Bu da yetmezse çikolata ve hamburger yeriz. Böylece daha fazla strese gireriz. Besleyici maddelerin eksikliği, çok miktarda kafein ve şeker sinirleri iyice bozar, dahası vücudun savunma sistemini, direncini zayıflatır. Doğru bir beslenme stresli zamanların üstesinden gelmemizde bize yardımcı olacaktır. Bunun için de yanlış alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekecektir.

1. Kahvaltı etmeden dışarı çıkmayın; Sabahları enerji depomuz boştur, beynin akaryakıtı yoktur. Bu yüzden yataktan kalkınca biraz hassas, alıngan, sinirli ve dikkatsiz olmamıza şaşırmamalı. Okul çocukları ile yapılan bir araştırmada iyi bir kahvaltı edenlerin daha verimli oldukları ortaya çıkmıştır. Kahvaltıda karbonhidrat ile protein doğru bir karışımdır. Örneğin kepek veya çavdar ekmeği ile peynir veya yulaf ezmesi ile meyve veya yoğurt.
2. Kahveyi azaltın; Sabahları bir iki fincan kahve uyku sersemliğinizi gidermede yardımcı olur. Fazlası ise sadece kalp çarpıntısına ve huzursuzluğa, daha sonraları da uykusuzluğa yol açmakla kalmayıp hassas insanlarda korkuya ve endişeye de neden olur. Kolalı içkiler de kafein içerir.
3. Çikolata yerine meyve yiyin; Arada bir yenen çikolataya bir diyeceğimiz yok. Fakat fazla miktarda şeker kan şekerini altüst eder. Şeker miktarı önce artar, sonra hemen düşer. Sonuçta yorgunluk ve tatlılara karşı istek ortaya çıkar. Buna karşılık meyve veya kepek, çavdar ürünleri organizma tarafından daha yavaş enerjiye dönüştürülür, kan şekerinin dengesi bozulmaz.
4. Sık sık bir şeyler atıştırın; Büyük porsiyonlu ve yağlı yemekler hemen hemen uyku ilacı etkisi yapar. Fazla yağ ayrıca bağışıklık sistemini zayıflatır. Fakat günde bir çok defa yenen birkaç lokmalık bir şey enerjiyi aynı düzeyde tutar.
5. Alkolün olumsuz etkisi; Çok fazla alkol acısını ertesi sabah sadece baş ağrısı ile değil, unutkan ve dikkatsiz olmakla çıkarır.

SİNİR BESİNLERİ
Önemli anti-stres maddeleri mineral olarak kalsiyum (süt ürünlerinde, yeşil sebzelerde) ve magnezyumdur (kepek, çavdar, baklagiller, bal kabağı ve ayçiçeği çekirdeği). B vitaminleri grubu aynı zamanda sinir vitaminleri olarak adlandırılır. B vitaminleri ette, balıkta, kepek çavdar ürünlerinde ve koyu yeşil sebzelerde bulunur. Şunu da aklınızdan çıkarmamalısınız; stres vitaminlere ve minerallere olan ihtiyacı arttırır. Bunun stratejisi şudur: bol miktarda antioksidan vitaminler, yani C, E, beta-karotin vitaminleri ve selen. Pratik olarak bunun anlamı: Günde beş kere ufak porsiyonlar halinde meyve veya sebze, her gün zeytinyağı soslu salata ve yulaf ezmesi veya kepek ya da çavdar ekmeği yemektir. Selen kepek ve çavdarın dışında balıkta da bulunur.
Beyin Ve Nöroterapi Hakkında
 
 
Beynimiz mikrovolt düzeyinde elektrik akımı ile çalışır. Kalp sürekli çalışarak bedenimizde kanın dolaşımını sağladığı gibi beyinde sürekli çalışarak vücudumuzu kontrol eder. Bu kontrol sayesinde hareket ederiz, düşünürüz, işitir, görür, hissederiz. Beynin çalışması bozulduğunda bu işlevlerde bozulabilir.

Beyin çalışma bozukluğunu basit bir biçimde “hassasiyet” olarak nitelendirebiliriz. Beyinle ilgili olan yakınmalar bize beynin hassas olan bölgeleri konusunda ipucu verir. Örneğin alın (prefrontal) bölge hassasiyeti olan kişilerde günlük hayatın düzeni ve içgörü bozulur, tepkiler kontrol edemez aşırıya kaçarlar. Dikkat eksikliği, şaşkınlık, işleri ağırdan alma, karar verme ve yargılamada zorluk, sosyal ilişkilerde gerginlik (anksiyete) sıklıkla görülen belirtilerdir.

Öğrencilerde sınav gerginliği, sınava iyi hazırlansalar bile (anksiyete) görülür. Dikkat gerektiren sosyal durumlarda dikkat eksiklikleri, dinleme ve anlama sorunlarını beraberinde getirir. Konuşurken ve dinlerken anlık boşluklar hissedebilirler. Sorun erkekte ise kadın tarafından duygularını paylaşmadığı suçlaması yapılır. Kadınlar eşlerinin duygusuz ya da soğuk olduğundan yakınırlar.

Bu bölgenin limbik sistem denen ve duygularımızı kontrol eden beyin bölgesi ile yakın ilişkileri vardır. Prefrontal bölgede yer alan hassasiyet dolayısıyla depresyonun gelişmesine kolaylık sağlayacaktır.

Özetle, beyinde hassasiyetler sonucu gelişen yakınmalardan örnekler verelim; Dikkat eksikliği, işe yoğunlaşmada güçlük, unutkanlık, hatırlamakta zorluk, gerginlik hali, kolay sinirlenme, duygu ve düşünceleri ifade etmede güçlük, çok hayal kurma, sıkılganlık, tembellik, aceleci, tez canlı, sabırsızlık, düşünmeden konuşma, konuşurken sıkça söz kesme, abartmak, yalan söylemek, sınav anksiyetesi, öğrenme zorluğu, zamanı iyi kullanamama, geç kalma, işleri ağırdan alma, karar vermede zorluk, muhalif ve tartışmacı olmak, hayata olumsuz bakma, olayları kötü tarafından görme, tekrarlayıcı düşünce ve hareketler, bir fikri aklından çıkartamama, sabit fikirli olma, fobiler (uçak, kapalı yer, kalabalık, yükseklik korkuları), hastalık hastası olma, panik, motivasyon ve enerji azlığı, aşırı motivasyon, işkolik olma, ilgide azalma, uyku bozuklukları, iştah bozuklukları, cinsel bozukluklar beyin hassasiyetleri sonucu vücudun çalışması da etki altında kalır ve aralıklarla ya da uzun süreli olan yakınmalar ortaya çıkar:

Baş ağrısı, baş dönmesi, boyun, sırt ve bel ağrıları, yaygın vücut ağrıları, ateş basmaları, el ve ayakta yanmalar ya da soğumalar, titremeler, uyuşmalar, mide ağrısı, hazımsızlık, aşırı terleme, kadınlarda adet düzensizliği, uykuya dalarken istemsiz bacak hareketleri ve ağrılar, tikler, kulak çınlaması.

Bütün bu yakınmalar hafif ya da şiddetli olabilir. Klinik çalışmalarımızda sıklıkla bu yakınmaların en az ikisinin birlikte olduğu görülmektedir.

Beyin hassasiyeti nedenleri

1. Genetik: Fiziksel özelliklerimizde olduğu gibi beyin çalışma özellikleri ve bazı hastalıklara yatkınlığın olması genetik kontrol altındadır.
2. Doğum esnasında gelişen olaylar: Zor doğum (boyna kordon dolanması, makat gelişi, aletli doğum), yeni doğan döneminde uzamış sarılık
3. Anne sütü almamak
4. Beyni etkileyen ateşli hastalıklar
5. Kafa darbesi: Gözden sıklıkla kaçan önemli bir faktördür. Şiddeti az ya da çok olsun kafa darbeleri beyin hassasiyetlerini önemli ölçüde arttırabilir.

Beyin hassasiyetleri, belli bir süre içinde olgunlaşarak ya da beyni etkileyen bir olay sonucu ortaya çıkabilir. Hassasiyeti ortaya çıkartan en önemli neden üzüntü, sıkıntı, strestir.

Yaşanan sıkıntılar sonucu ortaya çıkan yakınmaların “stresten” olduğu söylenir. Ancak unutmamak gerekir ki her stres yakınma yaratmaz. Yakınmaların ortaya çıkması için beyinde önceden var olan bir hassasiyetin bulunması gerekir.

Bu durumda olan hastalara stresten uzak durması gerektiği söylenir. Şüphesiz ki stressiz hayat düşünülemez. Önemli olan beyindeki hassasiyeti ortadan kaldırmaktır. Gerçek tedavi böyle sağlanabilir.

Nöroterapi tedavi yöntemi, beyinde yer alan hassasiyeti tedavi ederek yakınmaları ortadan kaldırmayı amaçlar. Amaç geçici iyilik hali değil, kalıcı çözüm yaratmaktır. Çünki, hassasiyeti tedavi edilmeden sadece yakınmaları geçirilen hastaların beyindeki hassasiyetleri kalıcı olacak, gelecekte karşılaşacakları stresli durumlarda yakınmalar tekrar ortaya çıkacaktır.

Beyin hassasiyetine bağlı gelişen ve nöroterapiden fayda gören hastalıklar:

Migren
Epilepsi
Depresyon
Anksiyete bozuklukları
Öğrenme güçlüğü
Dikkat eksikliği ve / veya hiperaktivite
Fibromiyalji sendromu
Huzursuz bacak sendromu
Parkinson ve Alzheimer hastalığı erken dönemi
Hafif kuvvet kaybı olan felçler
Premenstrüel sendrom
İnsomnia
Nöroterapi

30 yıl kadar önce ABD’nde başlayan yöntem bugün özellikle batılı ülkelerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Yaşantımız boyunca elde edilen deneyimler beynin öğrenme gücü ile ilişkilidir. Bu güç beyinden kaynaklanan hastalıkları tedavi etmede kullanılabilir. İlaçların kimyasal olarak gösterdikleri etkiyi nöroterapi öğrenme yoluyla elde etmeye çalışır.

Öncelikle beyin elektriksel aktivitesi ölçülerek hassasiyet olan bölgeler belirlenir. Bunun için QEEG ile beyin haritası çıkartılır. QEEG sonucu bize beynin hangi bölgelerinde nöroterapi uygulanacağını gösterir. Tesbit edilen bölgelere elektrot bağlanır. Diğer ucu nöroterapi aletine bağlıdır. Alet monitöründe çalışılacak olan bölgenin özellikleri kişiye gösterilerek hedef belirlenir. Seanslarla belirlenen hedefe ulaşılmaya çalışılır. Bir bölge için 4-12 seans uygulanır. Her seans 30 dk. sürer. Bu süre sonunda beyin çalışma özellikleri istenen düzeye getirildiğinde ilgili bölgeye ait yakınmada düzelme görülür.

Nöroterapinin ilaç tedavisinden üstün tarafı, yan etkisinin olmaması, bozuklukları lokal olarak düzeltebilmesi ve ilaç tedavisinden çok daha fazla kalıcı etki yaratmasıdır. Ayrıca ilaçların tedavi edemediği durumlarda da etkili olması nöroterapinin önemli bir üstünlüğüdür. Dezavantajı ise SSK, E.S., Bağkur gibi kurumlar tarafından masrafının karşılanmamasıdır.

Uluslararası nöroterapi derneğinin internet site adresi www.isnr.org Türkçe nöroterapi sitesi www.noroterapi.com adreslerinden ayrıntılı bilgi ve referanslara ulaşılabilir.

QEEG

Ölçülen beyin dalgalarını analiz eden programın ismidir. Klasik EEG’den farklı olarak QEEG’de yapılan ölçüm çok daha hassastır. QEEG’de beyin dalgalarının net ve doğal olarak kaydedilmesi amaçlanır. QEEG raporu ile 1-40 Hz arası beyin dalga özellikleri net olarak ortaya çıkar. Artan ya da azalan dalga şiddeti hassasiyeti gösterir. Daha önce çekilen ve programın databank’ında yeralan normal ve anormal olan QEEG kayıtları ile çekimi yapılan kayıt, aynı yaş ve cins özelliklerine göre karşılaştırılır. Normal popülasyona göre artan ya da azalan hassasiyetler belirlenir. Bu karşılaştırmalar sonucu ayrıca kafa travması hassasiyet endeksi, IQ endeksi ve çocuklar için öğenme güçlüğü endeksi belirlenir. Endeksler hem durum tesbiti hemde nöroterapi etkinliği yönünden takipte faydalıdır.

Performans artırma

Beyin işlevlerini güçlendirerek iş ve sosyal alanda daha başarılı olmak için nöroterapi uygulanabilir. Bu yöntem ile öğrencilerin okul ve sınav başarıları, sporcu ve sanatçıların performansı, yöneticilerin iş becerileri artırılmış olur. Bilinen örnekleri vermek gerekirse ABD’de okullarda kurulan seans salonlarında öğrenciler nöroterapi almaktadır. Japon iş adamları işyerlerinde uygulamaktadır. İtalyan milli futbol takımı 2006 dünya kupası öncesi nöroterapi aldıkları bilinmektedir. İngiltere'de Prof. John Gruzelier klasik müzik yorumcularıyla yaptığı performans artırma çalışmalarında belirgin başarı sağlamıştır.

Dr Güçlü ILDIZ
Nöroloji Uzmanı
Beynin İki Yarısı
 
 
Bir bütün olan beynin yansını yoğun olarak kullanıp diğer yarısını ihmal eden insanların performanslarında yetersizlikler, kusurlar görülür. Fakat, diğer yarının da geliştirilmesi, son derece ilginç, harika sonuçları beraberinde getirir. İki lobun birlikte çalışmasıyla 1+1=2 şeklinde aritmetik bir artış olmaz; verim kat be kat artar.

Bir örnek verecek olursak; futbol dünyasında sağ ayağını ya da sol ayağını çok iyi kullanan futbolcular var. Örneğin, her iki ayağını da son derece iyi kullanan Hagi'nin futbol dünyasındaki yeri çok farklı, değil mi?

Çocuklar, beynin iki yansını beraber kullandıkları halde, onlara hayâl gücü ve hafıza gibi sağ beyin fonksiyonlarıyla ilgili eğitimden çok, mantık ve ezbere dayanan eğitim verilmesi sonucunda bu yetenekleri büyük ölçüde yok olmaktadır.

SAĞ BEYNİN ÖNEMİ
Klâsik eğitim sisteminde daha çok sol lob ağırlıklı akademik bilgilere prim verilmekte, sağ lobun faaliyetleri ise maalesef ihmal edilmektedir.
Beynin, farklı fonksiyonlara sahip iki lobu olduğu keşfedilen günümüzde, eğitim sistemi hâlâ sadece beynin mantık, matematik, analiz, konuşma, yazma, listeleme gibi fonksiyonları olan sol lobunu kullanmaya devam etmektedir.

Oysa, gelişen bilimin ışığında, mantık ağırlıklı sol lobla beraber, hayâl gücü, renk, şekil, ritim, bütünü görme gibi fonksiyonları olan sezgisel, üretken sağ lob da kullanılsa, insanların üretkenlik potansiyellerinin kat kat artacağı aşikârdır.

Zaten, tarihte büyük sıçramalar yapan insanlar da, bilerek ya da bilmeyerek, beynin her iki lobunu da birlikte kullanan insanlardır.
Mantığın âdeta tek başına gittiği yerle, sezgi, hayâl ve renklerle el ele gittiği yer bir olur mu?

Sağ lobun da devreye sokulması, insana aynı zamanda duyusal keskinlik kazandırmakta, hedefini sürekli ve herşeyiyle canlı tutan o insana müthiş bir motivasyon kazandırmaktadır.

Bilgisayarların bile matematik ve mantık işlemlerini yapabildiği günümüzde, bunlardan daha önemli bir özellik çıkıyor karşımıza: Üretken düşünce, üretken zekâ.

Hayâl gücü, yeni fikirler oluşturma, orijinalite gibi değerler, insan zihninin üretkenliğini ortaya koyar. Bilgi dünyasına uçtuğumuz günümüzde asıl fark, işte bu noktadadır. Yâni, geleceğin başarılı insanları, üretken zekâya, hayâl gücüne, esnekliğe ve güçlü vizyona sahip insanlar olacaktır.

Eğitim sistemi ise, bu hedefe ulaştırmak bir yana, insanları yalnızca sol lobun fonksiyonları içine âdeta hapsetmektedir.

İlkokul birinci sınıf öğrencilerinin resimleri incelendiğinde, her birinde orijinalite ve üretkenliğin izleri açıkça görülmektedir. Aynı öğrenciler dördüncü sınıfa geldiklerinde ise, tek düzeliğin ve kendini birilerine beğendirme arzularının yoğunlaştığı, elma şekerine benzer, tek tip ağaçlar, tek tip evler, aynı tür insan resimlerinin ortaya çıktığı görülmektedir.

Okul öncesi çocuklar daha çok renkler ve görüntülerle düşünmek gibi, dış etkilere daha açık ve çok farklı fantezilere sahiptir. Fakat, okulda bu özellikler bastırılınca, sol beyin, sağ beynin de bazı fonksiyonlarını yüklenmek zorunda kalıyor ve aşırı derecede zorlanıyor. Bu arada, zayıf kalan sağ beyin hırçınlaşınca, çocuklarda birtakım ruhsal dengesizlikler de görülebiliyor.

Aynı zamanda, bu tek yönlü, yâni yanlış ve aşırı bilgi yüklenmesi sonucunda beyinler köreliyor, çocuklarda üretkenlik, merak ve öğrenme istekleri yok oluyor.Bu çocuklar büyüdüklerinde, özellikle sağ beynin gerekli olduğu durumlarda dâima başarısız oluyorlar.

DENGELİ KULLANIMININ SONUÇLARI
Prof. Orstein, iki beyin işbirliği içinde çalıştığı zaman, genel yetenek ve etkide çok büyük artış olduğunu ortaya koydu. Çünkü, beynimiz, standard matematikten farklı bir şekilde çalışıyor; sağ ve sol beyin birlikte çalıştığı zaman, iki kat değil, beş-on kat daha etkili sonuçlar ortaya çıkıyordu.

Buraya kadar söylediklerimizin ışığında, artık şunları rahatlıkla söyleyebiliriz: Belirli konularda gerçek anlamda uzmanlaşmak, ancak bu iki beynin işbirliği ile mümkün olabilir.

Tarihteki bütün dehâlar, büyük buluş yapanlar, üstün kişiler, hep beyninin iki yarısını da mükemmel bir işbirliği içinde kullanan kimselerdir.

Örneğin Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u almak için gerekli bütün planları, hazırlıkları yaptı, uygulamaya geçti. Bunlar için daha çok, beyninin mantık ağırlıklı sol lobunu kullandı. Fakat, Bizanslılar'ın Halic'e zincir gerip Osmanlı gemilerinin önünü kesmeleri üzerine hemen sezgi ağırlıklı sağ lob evreye girdi ve tarihte ilk defa, gemiler karada yürütülerek, bir gecede Kasımpaşa'dan Halic'e indirildi. Sonuç malum.

Evet, dünyamızdaki karmaşa ve problemleri çözmek için, beynimizin iki yarısını birlikte kullanmamız gerekiyor.

Özellikle karmaşık sorunların çözümünde, geniş ve uzun vadeli olabilecek kararlarda sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için, beynin her iki yanının işbirliği içinde çalışması şarttır.

Öğrenilen bilgilerin, geçici bir ezber olarak kalmayıp kalıcı hafızada dosyalanması ve ömür boyu kullanılabilmesi, her iki beynin de öğrenme işine aktif olarak katılmasıyla mümkündür.

Beynimizdeki zincirleri kırıp, beynimizi tutsaklıktan kurtarıp, orada uyuyan dâhiyi uyandırmak için yapmamız gereken en önemli şeylerden biri, ciddi bir hafıza eğitimiyle fotoğrafik bir belleğe sahip olmaktır.

Temel hafıza tekniklerini öğrenip kullandığınızda,
* Sadece hafızanız güçlenmekle kalmayacak, üretkenliğiniz de müthiş bir şekilde artacaktır.
* Bilgiyi öğrenme hızınız artacak, zihinsel fonksiyonlarınız güçlenecektir.
* Sağ ve sol beyinleriniz arasından müthiş ve dinamik bir potansiyel ortaya çıkacaktır.
* Elbette ki, bütün bunlar, iş ve sosyal yaşantınızdaki problemlerin çözümüne büyük katkılar sağlayacaktır.
İnsan Beyni Projesi Beyin On-Line
 
 
Yıldızların nasıl doğduğunu ya da kara deliklerle ilgili "sırları" bilebiliyoruz ama kendi kafamızın içi hakkında hâlâ çok bilgisiziz. "Neden 10 tane telefon numarasını aklımızda tutabiliyoruz da yüzlercesini tutamıyoruz." "Biz yüzleri kolayca anımsayabiliyorken, bilgisayarlar bunu neden yapamıyor?" gibi soruların yanıtları hâlâ bulanık. Yanıtların hepsi belki de beynimizin kıvrımlarında gizli. Bugüne değin beyinle ilgili yapılan araştırmalar pek doyurucu sonuçlar ortaya koyamasa da, bilim adamları umutlu. Yeni projeler son hızla devam ediyor.
İlk defa 1500'lerin sonlarında ünlü anatomi uzmanı Vesalius, o güne değin inanılanın aksine, beynin asıl önemli kısmının dış kabuk ve etrafındaki kıvrımlar olduğunu ileri sürmüş. Ne var ki, o günden bugüne beyinle ilgili yapılan sayısız araştırmada "Neden bazı insanlar dâhi de diğerleri değil?" sorusuna yanıt olabilecek elle tutulur bir bulguya rastlanabilmiş değil. Hepimiz "Acaba beynimi yeterince çalıştırırsam günün birinde Einstein gibi dâhice kuramlara imza atabilir miyim?" sorusunu en az bir kere aklımızdan geçirmişizdir. Sonra da umutsuzca "Bu herhalde doğuştan gelen bir şey olsa gerek" diyerek, kaderle ufak çaplı bir küskünlük yaşamışızdır. Aslına bakılırsa kadere küsmek için elimizde yeterince sağlam kanıtlar yok! Bir başka deyişle, belki de günün birinde bizler de birer "Einstein" haline gelebiliriz. Hepimizde bir tane bulunduğu halde kendisine bu kadar yabancı olmamız garip; beynimiz, hakkında en az bilgiye sahip olduğumuz şeylerden biri. Bizim için çözümlenmeyi bekleyen bir "kara kutu".
California Üniversitesi (UCLA) Beyin Haritalama Merkezi'nden nörolog John Mazziotta, "Bir arabaya bakan Marslılar gibiyiz; araba kullanabiliyoruz, arabayı parçalarına da ayırabiliyoruz ama, bir parçanın diğerleriyle ilişkisi hakkında pek bir bilgiye sahip değiliz. Bütün bildiğimiz, korteksimizde ki (beyin kabuğu) homojen kıvrımlarda bir yerlerde olan ufacık bir sapmanın, bizi normallikten şizofreniye sürükleyebileceği" diyor. "Ya da daha düşük bir olasılıkla, koca bir telefon rehberini belleğinde tutabilen ve köpekler gibi koku alma duyusu çok gelişmiş süpermenlere de dönüşebiliriz" diye ekliyor. Beynimizle ilgili bildiklerimiz çok sınırlı olduğundan bunlarla ilgili kesin bir şey söylemek de çok güç.
Geçtiğimiz 30 yıl boyunca yapılan araştırmalardan elde ettiğimiz sonuç, 100 milyar nöron ve 60 trilyon sinapsla, elektrik ve kimyasal sinyallerle iletişimi sağlayan beynin, tahmin ettiğimizden çok daha karmaşık bir yapıda olduğunu anlamaktan ibaret. Daha da kötüsü, 80'li yıllarda yapılan çalışmalar, herkesin beyninin, belleği ve bağlantılarıyla birbirinden farklı bir devreye ya da yapıya sahip olabileceğine işaret ediyordu. Eğer durum böyleyse, beyinler arasında bir karşılaştırma yapmak, her biri farklı tünellere ve hava akışına sahip karınca yuvalarını karşılaştırmaya benzer diyebiliriz. Yine de bilim adamları bu kadar umutsuz değiller.
Kendi beynimiz karşısındaki çaresizliğimiz sıkıntı verici olsa da, son yıllarda MRI, pozitron yayım (emisyon) tomografi tarayıcılarıyla, optik ve elektromanyetik işaret resimleyiciler sayesinde araştırmacılar, beyni sinapslarına kadar ayrıntılı olarak görebilme olanağına kavuştular. Daha da önemlisi, artık beyni işbaşındayken, çalışırken görebiliyor olmaları. İlk olarak 1991'de Massachusetts General Hospital'dan Jack Belliveau ve arkadaşlarınca geliştirilen MRI taramasıyla, nörologlar, "Nasıl anımsıyoruz, beyinde bağlantılar nasıl kuruluyor, nasıl konsantre oluyoruz?" gibi soruları aydınlığa kavuşturma amacıyla beynin farklı bölgeleri arasındaki bağlantıları incelemeye başladılar. Aynı zamanda, birtakım manyetik uyarıcılar sayesinde doktorlar, kafatasından geçen manyetik itmelerle beynin bazı kısımlarına ulaşabiliyorlar. Örneğin, sol ya da sağ alın lobunda (frontal lob) bir noktayı uyarmak yakınlarda depresyon tedavilerinde denenmeye başlandı ve birtakım olumlu sonuçlar elde edildi.
Projeler Geliyor
Sonuç olarak, düşüncelerimiz ya da yeteneklerimizle ilgili sırları artık yalnızca mikroskop altındaki ölü hücreleri inceleyerek öğrenmeye çalışmakla yetinmemiz gerekmiyor. Tüm canlılığıyla tıkır tıkır çalışan beynimiz emrimize amade! Bu gelişmeler elbette bilim çevrelerinde büyük yankılar uyandırdı. Bugün tüm dünyada 50.000'den fazla nörolog iplik solucanından insana, molekül düzeyinden karmaşık davranışlara kadar birçok alanda araştırmalarını sürdürüyor. Çalışmalardan elde edilen bilgiler, bilim dünyasının en geniş veritabanını oluşturabilir. Ancak, bu işin bir koşulu var: bilginin paylaşılması. Bu kapsamda, UCLA'da 200 araştırmacının çalışmalarıyla katkıda bulunduğu Beyin Haritalama Merkezi'nde İnsan Beyni Projesi (IBP) başlatıldı. Projenin amacı, birbirleri içinde de işlenebilir bir veritabanı biçiminde, yönetim bilgi sistemleri temeline dayanan ve İnternet ortamında herkesin kullanımına açık yeni sayısal olanaklar üretebilmek. Bu araçlar, grafik ara yüzleri, sorgulayıcı yaklaşım, yeniden elde edilebilir bilgi, veri analizi, görselleştirme, biyolojik modelleme ve canlandırmayla elektronik işbirliği için gerekenleri sağlama gibi sınırsız hizmeti içeriyor.
1993'te Ulusal Zihin Sağlığı Enstitüsü ve dört farklı federal kurumca başlatılan IBP, her yönüyle, sinapsların biçiminden kimyasına ve anatomisine kadar tüm nörolojik özelliklerin sentezlendiği bilgisayar destekli bir veritabanı oluşturmayı hedefliyor. 19 üniversite, 6 hastane ve 10 kentte, epilepsi tedavisinde görev alan doktorlardan, yeni Alzheimer ilaçları test eden araştırmacılara kadar birçok bilim insanına yardım etmenin amaçlandığı bir çalışma uygulanıyor. Sonuçlar alındıkça, projenin tanımıyla birlikte bu veriler de başkalarının kullanımına da açılacak.

Arthur Toga'nın henüz tamamlanmamış filmi. Renkli kısımlar Alzheimer hastalığı ve felç nedeniyle oluşan fonksiyon bozukluklarını gösteriyor.
Birçok bileşeni olan projenin tümüyle tamamlanması, 20-30 yıl alabilir; ancak, UCLA'dan John Mazziotta ve Arthur W. Toga projenin kendilerine düşen kısmının 2004'te biteceğini söylüyorlar. Planları, insan beynindeki uyarı sonucu değişen alanları ölçebilen bir harita çıkarabilmek. UCLA beyin haritası, tamamlandığında normal (sağlıklı) bir beyinden elde edilen en kapsamlı görüntüyü sunacak. Ufacık bir bilgiye ulaşmak için günler harcayan araştırmacılar, haritaya bilgisayar ortamında bağlanabilecekler ve istedikleri bilgiye birkaç dakika içinde ulaşabilecekler. Bir hastanın normal olmayan beyniyle ilgili karşılaştırmalı bir temel bilgiye sahip olmayan doktor, gerekli gördüğü 3-D (üç boyutlu) görüntüleri çağırabilecek, farklılıkları saptayabilecek ve sorunun ne olduğunu anlayabilecek.
Projede işe yarar veriler elde edebilmek için, yaşları 17 ile 80 arasında değişen 7.000 gönüllü kullanılmış. Bunların 5.800'ü DNA örnekleri sağlamış, geçmişleriyle ilgili bir anket doldurmuş ve 50 dakika süren bir anatomik MRI testine katılmış. Bu, şimdiye değin yapılan en yüksek katılımlı tarama olmuş ve 2000 yılının Ekim ayında tüm taramalar tamamlanmış.
Projenin ilk ayağı anatomiyle ilgilenirken, ikinci ayağı beyin fonksiyonla¬rını haritalamayı amaçlıyor. 1000 gönüllüye beyin etkinliklerini haritalayacak 9 seri MRI taraması yapılacak. Bu bilgiler de UCLA'da bulunan 6 ana bilgisayarın deposunda bulunan 100 terabayt'lık (1 terabayt = 1 trilyon bay t) veriye katılacak. En sonunda da atlas, binlerce başka çalışmanın da yer alacağı IBP'ye eklenecek. Böylece IBP parçaları birleştikçe nörologların hastalıkları tanı ve tedavide kullanabilecekleri veriler ve bilgiler artacak. Doktorlar, bir ameliyat planlarken ya da Parkinson hastalığının beyin hücrelerini nasıl etkilediğini canlandırmak istediklerinde bu bilgilerden yararlanabilecek, hatta belki hastaların beyinlerinde ileride sorun yaratabilecek bölgeleri görüntüleme şansı yakalayabilecekler. Ama en büyük çaba zihinsel hastalık ve bozuklukların şifresini çözmeye ve nasıl düşünebildiğimizi anlamaya yönelik.
Aslında bu öykü daha eskilere dayanıyor; 1982'de Amerikan Savunma Bakanlığı, California Üniversitesi'nden (San Diego) anatomi uzmanı Robert Livingston'ın kapısını çaldı. İstekleri, diğer şeylerle birlikte askerlerin beyin fonksiyonlarını değerlendirebilen bir bilgisayar sistemi kurulmasıydı. Beynin karmaşık yapısı ve görüntü dosyalarının boyutları düşünüldüğünde, gereksinim duyulan bilgisayar kaynaklarına erişmek 1982'de çok güçtü. O nedenle proje bir süreliğine rafa kaldırıldı. 1993'e gelindiğinde ordunun istediği "yetenek ölçer" hâlâ gerçekleşmekten uzak olsa da, gelişen bilgisayar sistemleri, beyin araştırmalarında yalıtılmış bölgelere bağlanabilmeyi olası kılıyordu. Bir beyin veritabanı oluşturmak, araştırmacılara artık yalnızca olası değil, kesinlikle yapılması gereken bir görev gibi gelmeye başlamıştı. Ancak, her işte olduğu gibi bunda da birtakım başka güçlüklerle karşılaşılmış, araştırmayı yürütenler veri çokluğunda boğulmuşlar. Beyin veritabanı bütün verilerin bir araya getirildiği hayali bir model üzerine kuruluyor. Bu projeye kuşkuyla bakan bilim adamları da yok değil. Prensipte güzel bir düşünce olduğunu, uygulamadaysa karanlıkta ateş etmeye benzediğini söylüyorlar.

Bize Neler Sağlayacak?
Başında bulunduğumuz bin yılda makineler düşüncelerimizin haritasını çıkarabilir, depresyon beyin korteksi-ne yapılacak minik bir operasyonla giderilebilir hatta belki aşkın derecesi de hesaplanabilir… Belki de bunların hiçbiri gerçekleşmez! IBP ile beyindeki karmaşıklık düzeyleri anlaşılmaya çalışılıyor. Başlangıç için 1 kg.dan biraz ağır bir organ, saniyede 20 katrilyon işlem yapabilmemizi sağlamaya yetecek kadar sinir yolu barındırıyor denebilir. Bilinç gibi karmaşık durumlarınsa bu milyarlarca yoldan hangilerinin bir araya gelmesiyle oluştuğu bizim için bir muamma!
Aslında görüntüleme teknolojisinin etkilerini görmeye başladık bile. İki yıl önce Alzheimer hastalığının tedavisine çok yaklaşıldı, şizofreni, disleksi ve alkolizm gibi hastalıklarda oldukça yol kat edildi. Eğer IBP düşünüldüğü şekilde başarıya ulaşırsa, belki de bizi kendimizden koruyabilecek.
Beynin resmini çıkarmak, şekli ve boyutları bilinmeyen, ipuçları gizli bir yapboz yapmaya benziyor. İlk yapılması gereken, ipuçlarına ulaşmak olmalı diyor uzmanlar. Bir başka deyişle, nöronların beynin içinde nasıl düzenlendiğini anlamak gerek. Daha sonraysa "Nöronlar neden beyincikte yoğunlaşıyor?" gibi soruların yanıtlarını bulmak gibi ipuçları geliyor. Son olarak da, "Nöronların yoğunluğu koordinasyonumuzu, müziğe olan yatkınlığımızı ya da etkili konuşma yeteneğimizi nasıl etkiler?" türünden sorulara alacağımız yanıtlardan çıkaracağımız ipuçlarını birleştirip, bütün parçaları bir araya getirmeliyiz. "İki kişi bir resmi gördüğünde ve onu kedi diye adlandırdığında, her iki beyinde de aynı ışık mı yanıyor?" sorusundan yola çıkan araştırmacılar, biçim ve işlev arasındaki bağlantıları ve değişme koşullarını sınıflandırmaya çalışıyorlar. Ancak, bu iş hiç de öyle kolay değil. Ne kadar zor olduğunu anlamak için şöyle de düşünebiliriz: Gövdeyi alıp içini görebileceğiniz şekilde kestiğinizde her şeyi görebilirsiniz; atan bir kalp, uzun uzun damarlar ve çuval şeklinde bir mide. Oysa beyni açtığınızda hiçbir şey göremezsiniz; ne kıvılcımlar saçan kablolar, ne de minik aygıtlar. Tek göreceğiniz, süngerimsi gri-beyaz bir doku yumağından başka bir şey değil.
İlk nörologlar, beynin bazı özelliklerini ve yapısını anlayabilmek için felçli ya da beyninde tümör bulunan hastaların ölmesini ve onlara otopsi yapmayı bekliyorlardı. Bir hasta felç geçirip konuşma yetisini yitirdiğinde ya da söylenenleri duyup anlayamadığında, hasta ölünceye dek bekleyip sonra beyninin hangi bölümünde nasıl bir hasar olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Daha sonraları, beynimizin aslında milyarlarca nöron ve sinapsı bir tür elektrokimyasal bilgisayar oluşturabilecek şekilde istiflemiş bir mikro yapı olduğu anlaşıldı. Her gazete okuyuşumuzda, süt almayı anımsadığımızda ya da sayı saydığımızda nöronlarımızdan çıkan elektriksel itmeler, diğer nöronları tetikleyerek binlerce sinaptik alıcı sitesine doğru kimyasal sinyal ileticilerini (nörotransmitter) harekete geçirir. Elektromanyetik bir itme gibi, bilinçli yapılan ya da felç, tümör ve yaralanma gibi bir nedenden bu devrede bir kesinti olursa, işlerin pek de yolunda gitmediğini anlarız; önümüzdeki sayfada yazan sözcükleri okuyamayız ya da aynada kendimizi tanıyamayabiliriz.
Zihinsel bir hastalılığı ya da bozukluğu olmayan insanlar, "bilgisayar"larını genellikle benzer biçimde çalıştırırlar. Eğer öyleyse, IBP'de normal bir beyin bölgesi görüntüsü elde etmek ve tepkilerini gözleyebilmek mümkün olabilir. Bu sayede, farklılıkları da görebiliriz. Beyin kabuğundaki kıvrımların, parmak izi gibi kişiye özgü ve tek olduğu biliniyor. Ama, bunların beyin fonksiyonlarında bir farklılığa neden olup olmadığını bilen yok. Bu anlamda hazırlanmakta olan atlas, bu soruların yanıtlarını aramak için iyi bir kaynak olabilecek. Harita, doktorlara hastanın beyninin hangi bölgelerinin etkinlik gösterirken aksadığını ya da fazla çalıştığını (örneğin, şizofrenik sesler ses korteksinde birden bire beliriverir) gösterebilecek. Dahası, böyle bir harita "doğal mı, sonradan mı?" tartışmalarına da ışık tutabilir. Einstein belki dâhiydi; çünkü matematik yeteneğiyle ilişkili olan yan lobun (parietal) alt kısmı onda doğuştan çok büyüktü. Ya da belki de, lobunu çok çalıştırarak kendisi genişletti.
Sınavsız Olmaz
Projenin ikinci kısmı için 1000 gönüllü MRI testinden geçiriliyor. Ayrıca, özel olarak tasarlanmış bir küpün içine girerek, taktıkları özel gözlüklere yansıtılan görüntüye karşılık gelebilecek eylem arasında bağlantı kurmak gibi bir dizi egzersizi tekrarlıyorlar. Araştırmacı bir düğmeye basıyor ve resimler görünüp kaybolmaya başlıyor: burun, tavuk, sigara, geyik, merdiven, sincap, keçi. 30 saniye sonra test durduruluyor ve denekten dikkatini ekranın ortasındaki minik siyah bir çarpı işaretine yoğunlaştırması isteniyor. Bu, deneğin dikkatini dağıtabilecek fark edilmeyen etkileri ayıklamaya yardımcı olan bir kontrol sistemi.
Herhangi bir zamanda merdiven/tırmanmak ilişkisine denk düşen beyin sinyali, hastanın kalp atışları, yapay elektrik sinyalleri, sesler ve duygular arasında gömülü kalabilir. Bunu önlemek için, araştırmacı bu ölçümü hasta rahat bir konumdayken yapıyor ve bu tür etkilere uğrayan görüntüyü testten çıkarıyor.
Bu test tam 14 dilde yapılıyor ve her seferinde beynin aynı bölgelerinin aydınlandığı söyleniyor. Bu, nörologlar için sevindirici bir haber. Bu kanıt en azından normal bir beynin bazı işlevlerinin evrensel olarak aynı yerde görüldüğünü ortaya koyuyor.
Bağlantı kurma bozukluğu çeken kişilerse, örneğin muzu tanıdıkları ve kolayca tanımlayabildikleri halde muzla hiçbir eylem arasında bir eşleştirme yapamıyorlar. Bu da, beynin muzla ilgili düşünceler arasında bağımsız bir ağ kuramadığını, tüm bağlantılar için tek bir ağ kullandığını gösteriyor.
Bilim adamları, bu ipuçlarından yola çıkarak ellerinde ne olduğuna baktıklarında, beynin belirli bir bölgesinin görüntü ve sözcükler arasında bağlantı kurmak için ayrıldığı tahminini yapabiliyorlar. Peki, biri yalnızca insan yüzlerini tanımakla sorumlu bir bölge olup olmadığını söyleyebilir mi? İlginç; ama sanki böyle bir ipucu yakalandı gibi. Beyinlerinin aynı bölgesi hasar görmüş hastaların prosopagnosia adı verilen, yüzleri anımsayamama sorunu çektikleri saptanmış.
Beyin yaralanmalarıyla gelen hastalar, araştırmacılara beynin nasıl sınıflandırma yaptığını görme olanağı tanıyor. Bazı durumlarda, beyin zarar gören devreleri onarabilir ve tümüyle başka bir bölgeye gönderebilir. Bu durumla ilgili en ünlü örneklerden biri, 1840'ta bir patlamada kafasına darbe alan Phinnas Gage'in yaşadığı fonksiyon bozukluğu. Genel olarak beyin yaralanmaları geçici etki bırakır, hastalar Gage'de de görüldüğü gibi sinirli olurlar, çabuk parlar ya da tersine uysallaşırlar. Gage'de bu darbeden sonra yemeğe aşırı düşkünlük durumu ortaya çıkmış. Bu durum, 1997'de birden bire yemeğe düşkünlük gösteren 36 hastanın 34'ünün beyninde aynı bölgede yaralanma olduğu saptandıktan sonra Gourm and Sendromu (Oburluk Sendromu) olarak adlandırılmış.

Sorunlar Yok Değil
Veritabanı oluşturma işine başlandığında üç ana sorunla karşılaşılmış. İlki, veritabanına girecek malzeme konusunda fikir birliğine varmak. İkincisi, birbirinden çok farklı bilgilerin bir araya getirilmesi ve birbirleriyle ilişkilendirilmesinin teknik güçlüğü. Üçüncüsüyse, verilerini paylaşmakta gönülsüz davranan bilim adamları. Binlerce yüksek çözünürlükte anatomik beyin taramasını herkesin kullanımına açmak da elbette önemli bir sorun.
Bir hastanın beynindeki nasırsı madde (corpus callosum) diğerleriyle neye göre karşılaştırılacak? Kalınlığına göre mi? Toplam hacmine göre mi? Eğriliğine göre mi? Projedeki en ciddi sorunlardan biri standardizasyon eksikliği. Bu konuda Federal Hava Trafik Kontrol Sistemi'ni yenileyen bir şirketten yardım istenmiş. Şirket, beyin atlası arama yazılımı için kolları sıvamış bile. Başlangıçta atlas, anatomiyle sınırlı olacak; fonksiyon çalışmalarıyla bütünleştirme kısmı sonra gerçekleştirilecek. Fonksiyon çalışmalarında birçok farklı değişken var. Örneğin, uyarıcıların farklılığı, kişiden beklenen yanıt ya da araştırmacının analiz yöntemi gibi.
Aslında anatomik beyin anomalileriyle ilgili araştırmalar, doktorlara çok şey anlatıyor zaten. Örneğin, 28 yaşında, sağlak (sağ elini kullanan) ve felçli bir kadın hasta var diyelim. Hastanın beyin taramasını diğer 20-30 yaş arasındaki kadın hastalarla karşılaştırmak mümkün olacak. Bu sayede, bu kötü sonucun nedeninin belki de yolundan sapmış bir kıvrım olduğu anlaşılabilecek. Bilim adamları veritabanını zihinsel hastalıklar ve beyin anatomisiyle ilgili birtakım bilgileri sınamak için de kullanabilecekler. Örneğin, kimi psikiyatristler, şizofreniyi korteksin ön bölgesine yakın bir bölgedeki asimetriyle ilişkilendiriyorlar. Normal bir beyinde, bu bölge etrafına çizilen kutunun genişliğinin, yüksekliğinden daha fazla olduğu ortaya çıkarılmış. Şizofrenik beyinlerdeyse, kutunun sol tarafta genişliğinin yüksekliğinden daha fazla olduğu gözlenmiş.
Daha şimdiden projenin sonuçlarıyla ilgili birçok fikir ortaya atılmaya başlandı bile. Bazı bilim adamları, beynin belirli bölgelerini "offline" (kullanıma kapalı) tutmanın dâhiliği ortaya çıkarabileceğini düşünüyorlar. Gördükleri bazı beyin yaralanması vakalarında hastaların, mükemmel oranlarda çizim yapabildiklerini ya da çocukluğa dair çok uzun yıllar öncesinden, unutulmuş şeyleri çok net anımsayabildiklerini söylüyorlar. Eğer öyleyse, günün birinde birkaç elektrik atması (pulse) sayesinde, derinlerde gömülü kalan yeteneklerimiz su yüzüne çıkacak ve bizi süper hesap makinelerine dönüştürebilecek ya da iyice tembelleştirecek diyebiliriz.
Ancak, beynimizde mikro düzeltmeler yapma düşüncesinin birtakım etik tartışmalara yol açtığını da söylemek gerek. "Bu teknolojiyi kim denetleyecek? Kim kullanma hakkına sahip olacak?" soruları biyoetik konusunda çalışmalar yapan bilim adamlarının öncelikle yanıt almak istedikleri şeyler. Onların da bir sorusu var aslında: "Biz kimiz? Batılı toplum kültüründe bizi biz yapan beynimizdir. Eğer onu değiştirirsek, iyileştirirsek ya da geliştirirsek o noktadan sonra hâlâ biz olmaya devam edebilir miyiz?"
Belki de ortada bu kadar korkmayı gerektirecek birşey yoktur. En azından başlangıç için elimizde o kadar az şey var ki. Karmaşık matematiksel algoritmalar anatomik farklılık sorunun üstesinden gelebilir ve kimi temel fonksiyonlar beynin belirli bölgelerine işaret edebilir. Ama, yüksek fonksiyonların yerini bulmanın kolay olup olmadığı bile pek açık değil. Bir kedi gördüğümüz anda "kedi" dediğimizde beynimizin hangi kısmının yanıt verdiğini saptayıp haritalayabiliyoruz. Ancak, biriyle konuşurken, konuştuğumuz şeyden tümüyle farklı bir şey düşündüğümüzde haritada nerelerin işaretleneceği bilinmiyor. Dahası, beyin kabuğu üzerindeki bir fonksiyon yerinin ne işe yaradığını ya da kritik korelasyonun tam olarak nerede yattığını bilmiyoruz. Elbette hücresel yapılarla büyük kıvrımların arasındaki ilişki de açıklanmayı bekliyor.
IBP, birbirinden bağımsız kollardan yürütülüyor. California Üniversitesi'nden (San Diego) Mark Elliman, nöron veritabanını kuruyor; Yale'den Gordon Shepard, kimyasal mimari üzerine çalışıyor. Söylendiğine göre, bu çalışmalar şimdilik yolunda gidiyor. Ancak, görüntüleme başlı başına bir sorun. Her ne kadar görüntüleme makineleri devrim yaratan buluşlar olarak kabul edilse de hâlâ birtakım eksiklikleri var. Bir MRI tarama, kandaki oksijeni ölçüyor, ama beynin çalışmasını sağlayan mikro elektrik sinyalleri, diğer bir deyişle sinirlerin harekete geçmesini ölçemiyor. Kan oksijen seviyesi saniyeden uzun bir süre içinde kaydedilirken, sinirler milisaniyede harekete geçiyorlar. Bir kedi resmi gördüğümüzde, beynimizdeki sinirler tüm hızlarıyla bir resitale başlarken, bu hıza ayak uydurmakta zorlanan MRI testi, piyanonun merkezinde bir yerlerde ortalamanın üzerinde lekeler ölçüyor. Bu nedenle farklı tarama tekniklerini bir araya getirerek en iyi sonucu elde etmenin yolları aranıyor. Bunun için düşünülen şeyse, beyindeki elektriksel etkinliği milisaniye içinde ölçebilen, ama yerini kesin olarak gösteremeyen EEG (elektroensefalograf). EEG ile MRI bir araya getirilince, MRI verilerinin daha iyi diyagramlar verdiği gözlenmiş. Aslında bu bir araya getirme işi de hiç kolay olmamış.
Sistemde bu kadar ciddi dar boğazlar yaşanırken, bir anda mikro düzeltmelere başlanabileceğini düşünmek biraz hayalcilik olur. O nedenle bilim adamları bir sonraki adımın somut devre ve sistemlerin modellenmesi olabileceğini ve bunun da bir sonraki veritabanını oluşturabileceğini söylüyorlar.
Ne yazık ki "kara kutu" hâlâ çözümlenebilmiş değil; ama, çok da uzak olmayan bir gelecekte bilim adamlarının bize müjdeli haberler vereceğini umuyoruz.

Elif Yılmaz
Kaynak: Bilim Teknik Dergisi, Şubat 2003
Beyin Lobları
 
 
İnsan beyninde dört ana lob bulunur. Bunlar:

1. frontal--bilinçli düşünme; zarar görmesi durumunda ruh hali, hissiyat değişikliği olabilir.
2. parietal--çeşitli duyu organlarından gelen bilgileri birleştirmede önemli rol oynar. Ayrıca nesnelerin kullanılması ve bazı mekansal görüş işlemelerinde (visuospatial processing) parietal lobun kimi bölümleri rol alır.
3. occipital--görme duyusuyla ilgili bilgilerin işlendiği lobdur. Hafif zarar görmesi halüsinasyonlara sebep olur.
4. temporal--ses ve kokunun algılanması, aynı zamanda da yüzler, mekanlar gibi karmaşık uyaranların işlenmesi bu lob tarafından sağlanır.
Beyin Kabuğu
 
 
Beyin denince çoğu kişinin aklına beynin girintili çıkıntılı ve boz renkli dış yüzeyi, yani kabuğu gelir. Ceviz içi ile beyin şekil olarak birbirine çok benzer, her ikisinin de, birbirinden kıvrımlarla dolu bir yarıkla ayrılan iki yarım küresi vardır, bu yarımkürelerin birleşme noktası yarığın içinde kalır ve dışardan görülemez. Sağdaki ve soldaki yarımküreleri ayıran bu yarığa, ‘‘boyuna yarık’’ veya beynin bu kısmını ilk olarak 18. yüzyılda etraflıca anlatan İtalyan anatomisti adından dolayı ‘‘Rolando yarığı’’ denir. Beynin iki yarısına genellikle yarım küre denirse de aslında bunları çeyrek küre daha yakındırlar, zaten beynin tümüm yaklaşık olarak bir kürenin yarısı gibidir. Bu yarımküreler toplam beyin ağırlığının yüzde 67 sini oluştururlar, ayrıca beyindeki 10 milyar nöronun yarısından biraz fazlası da bulunmaktadır.

Beyin kabuğu, sinirlerin duyu organlarından (göz, kulak, deri, dil, burun) beyine getirdiği bilgilerin alındığı kısımdır. Kabuk aslında kaslara, salgı bezlerine ve vücudun çalışan diğer kısımlarına beyin tarafından verilen emirlerin çıkış yaptığı yerdir, bilindiği gibi bu emirler ilgili yerlere hareket sinirleri tarafından iletilmektedir.

İnsanı hayvanlardan üstün kılan beynimizin büyük ve oldukça gelişmiş olan asıl beyin (ön ve orta beyin cerebrum) kısmıdır. Beynin kendi hakkında düşünmesini, bilim, edebiyat, müzik, diger sanat dalları ve felsefe gibi insanı diğer şanssız hayvanlardan ayıran her şeyi asıl beyin sayesinde başarırız.

Beynin yüzeyini kaplayan bazı madde 3,2 mm kalınlığındadır. Onun altında ise beyazımsı ve milyonlarca sinir elyafından oluşan ak madde vardır. Ak maddenin beyazımsı renkte olması miyelin adındaki yağlı bir maddeden ileri gelir, tıpkı elektrik kablolarının dış yüzeyindeki izole edici plastik kısımlar gibi miyelin de sinir liflerinin dış yüzeyini kaplar. İki yarım küreyi birbirine bağlayan ve kalın bir ipi andıran kısım çok sayıda sinir lifinin (elyafının) bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. Bu birleştirme kablosuna beyin büyük birleşiği denir. Buna benzer fakat daha küçük sinir lifi demetleri, beyin kabuğunu orta beyin arka beyin ve omuriliğin çeşitli kısımlarını birleştirir, böylece beyin kısımlarının hem ayrı ayrı hem de ortaklaşa çalışması sağlanarak insan hayatının duygusal ve mantıksal mucizeleri gerçekleştirilir

Serebral Korteks:
Korteks kelimesi latince “kabuk” kelimesinden gelmektedir. Kalınlığı 2-6 mm arasındadır. Serebral korteksin sağ ve sol yarısı korpus kallosum denilen, kalın bir band oluşturan sinir lifleri ile birbirine bağlanmıştır. İnsanlarda serebral korteksin yüzeyi pek çok girinti ve çıkıntıyla kaplıdır. Korteksdeki çıkıntılara girus, girintilere ise sulkus denir. Yüksek seviyeli bir memeli olan insanlarda bu girinti ve çıkıntıların sayısı çok fazlayken fare, sıçan gibi düşük seviyeli memelilerde bu girinti ve çıkıntıların sayısı daha azdır.Fonksiyonu: Düşünme, istemli hareket, dil, sonuç çıkarma, algılama...


BEYİN KABUĞU VE DAVRANIŞ
Beyin kabuğu beynin en evrimleşmiş kısmını oluşturur. Beyin yarım küresinin her biri dört loba ayrılmıştır. Merkez oluk, alın lobunu çeper lobundan ayırır. Yanlamasına oluk, şakak lobunu alın ve çeper lobundan ayırır. Ense lobunu ayıran bir yarık yoktur, beyin yarı küresinin arka kısmını oluşturur. Bu fiziksel ayrımlar, işlevsel ayrımların da sınırlarını oluşturur. İnsan davranışını etkileyen en önemli süreçler (görme, işitme, beden duyumları, hareket, öğrenme, düşünme, konuşma) burada yer alır.

Beyin vücudun bütün hareketlerini denetleyen ana organdır. Bir anda hangi hareketin yapılması gerektiğine karar verir. İnsanlara düşünme, konuşma, sözcükleri ayırt etme ve sorunlara çözüm olanağı sağlar.
İnsanların, dünyaya egemen olmalarını sağlayan organ beyindir. Hiçbir hayvanın beyni insan beyni kadar gelişmiş değildir. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran en önemli özelliği beynidir.
Beyinde Konuşma Merkezleri
 
 
İnsan beyin korteksinde konuşma sürecinde rol verilen birbiri ile irtibatlı iki alan vardır.

Wernicke alanı: Dış dünyadan (görme, işitme vs.) ve içimizden (ağrı, sancı) gelen duyularımıza ait bilgilerin yorumlandığı bu alan, temporal lop (şakak bölgesinin) üst çıkıntısındaki işitme alanının arkasında bulunur. Konuşma için, önce herhangi bir duyu organımızdan, beyin korteksimize gelen bilgilerin alınması, kendi içinde yorumlanması ve daha sonra diğer duyulardan gelen bilgilerle karşılaştırılarak tekrar yorumlanması gereklidir. Görme ile ilgili bilgiler önce artkafa bölgemizde (occipital kortekste) bulunan görme merkezine gelir ve burada yorumlanır. Daha sonra tekrar yorumlanmak üzere Wernicke alanına iletilir. İşitme ile ilgili bilgiler önce şakak bölgesinin (temporal lob) üst kısmında bulunan işitme alanına gelir ve burada yorumlanır. Elde edilen entegre bilgi Wernicke alanına gönderilir. Dokunma ve ağrı ile ilgili bilgiler önce yan kafa loblarının (parietal loblar) ön kısmında bulunan dokunma alanına gelir ve burada yorumlanır. Dokunma duyusuna ait bu işlenmiş bilgiler de yine Wernicke alanına iletilir. Netice olarak bütün duyuların, hafızadaki eski bilgilerle karşılaştırılıp yorumlandıktan sonra Wernicke alanına iletildiğini söylemeliyiz. Burada bütün bilgiler yeniden yorumlanmakta ve konuşma esnasında kullanılacak kelimeler burada seçilmektedir. Seçilen kelimeler mânâlı bir şekilde burada dizilmektedir. Konuşma için kelime hafızasının zenginliği çok önemlidir.

Tıp dilinde konuşma bozukluğuna 'afazi' adı verilir. Görme duyularının yorumlandığı artkafa bölgesi harabiyetinde, yazılan kelimeleri anlama kabiliyeti ortadan kalkar, buna görme idrak bozukluğu (afazisi) denir. İşitme duyularının yorumlandığı şakak lobu harabiyetinde de konuşulan kelimeleri anlama kabiliyeti ortadan kalkar. Buna da işitme idrak bozukluğu (afazisi) denir. Eğer Wernicke alanı tahrip olursa, konuşulan veya yazılan kelimeler tek tek algılansa da, ifadeler bir bütün olarak, düşünce ifade edecek şekilde yorumlanamaz. Buna da Wernicke afazisi denir. Bu kişilerin aslında motor konuşma alanı sağlamdır. Ancak yorum yapamadıkları için kelimeleri dizemezler ve konuşamazlar.

Broca alanı: Bu kısım motor konuşma bölgesidir. Bu bölge beynin alın (frontal) kısmının korteksinin arka tarafında bulunur. Kelimelerin ve kısa cümleciklerin ifadesi için motor kalıplarının oluşturulduğu bu bölgeye, Wernicke alanından gelen sinyallerle yorumlanan ve sentezlenen düşünceler aktarılır. İşte Broca alanı bu düşüncelerin kelimelere dökülmesinde ve bu dizilmiş kelimelerin ses tellerimize iletilmesinde rol alır. Broca alanını hükümet sözcüsüne benzetebiliriz. Nasıl ki sözcü, bakanlar kurulunda alınan kararları en son hâliyle halka ilân eder. Ancak bu kararların son hâline ulaşılıncaya kadar birçok iş yapılmıştır ve son hâlini vermek kolay olmamıştır. İşte Broca alanına en son kararın getirilmesi işlemi, sebepler açısından çok kompleks sistemlerin çalışmasını gerektirmektedir.

Eğer Broca alanı tahrip olursa, kişi söylemek istediğini bilir ve buna karar verir, ancak kelimeleri seçemez, mânâlı konuşma yapamaz ve anlamsız sesler çıkarır. Buna motor afazi veya Broca afazisi denilmektedir. Broca alanından gönderilen sinyaller vasıtasıyla ses telleri, gırtlak, dudaklar, ağız, solunum sistemi ve konuşmada rol alan bütün diğer yardımcı kaslar çalıştırılarak düzgün konuşma ortaya çıkarılabilmektedir. Buraya kadar söylediğimiz bilgiler ışığında şunu ifade edebiliriz: Ses telleri sağlam ve konuşma için yeterince sağlıklı olsa da, beynimizdeki Wernicke ve Broca alanları hatta görme ve işitme ile ilgili yorum alanları sağlıklı değilse konuşma mümkün olmaz.


AFAZİ
Genel Bilgiler
Normal bir konuşma için kişinin söyleneni anlaması ve düşündüklerini kelimelerle ifade edebilmesi gerekir. Buna okuma ve yazma aracılığıyla yapılan iletişimi de ekleyebilir. Böylece, konuşma sözlü ve yazılı iletişimi kapsayan bir fonksiyondur. Kuşkusuz, bunun için kişinin uyanık, mental durumunun normal, konuşmayı bozacak derecede duyusal veya motor bir yetersizliğinin bulunmaması gereklidir. İşte bütün bu koşulların tam olmasına karın hastanın konuşması bozuksa bu duruma afazi veya disfazi adı verilir.
Serebral hemisferlerden biri konuşma, yazma ve okuma gibi fonksiyonları üstlenmiştir. Bu hemisfere dominan veya major hemisfer denir. Karşı hemisfere ise dominan olmayan (non-dominant) veya minor hemisfer adı verilir. Sağ elini kullananların hemen hepsinde, solakların da büyük bir çoğunluğunda sol hemisfer dominandır.
Kişinin kendi ve çevresindekilerin söyledikleri ile yazılı sözcükleri anlaması konuşmanın duyusal kompanentini oluşturur. Dominan hemisferde bu görevi yüklenen bölge gyrus temporalis superior’un arka bölümünde yeralan Wernicke25 alanıdır. Bu alan işitme korteksinin bitişiğindedir. Yazılı dilin anlaşılması için de yine sol hemisferde gyrus angularis ve gyrus supramarginalis ve bağlantılarının sağlam olması gerekir.
Konuşmanın motor yönü, diğer bir deyişle konuşmanın anlamlı seslere dönüştürülmesi işlevi ise yine sol hemisferde g. frontalis inferior’da yeralan Broca alanında gerçekleşir

Afazi Tipleri
Klinikte en sık görülen afaziler Broca afazisi, Wernicke afazisi ve bunların ikisine ait belirtileri birlikte gösteren total veya global afazidir.

Broca afazisi : Motor afazi veya ekspresiv afazi de denir. Lezyon Broca alanı ve çevresindeki kortikal ve subkortikal yapıları içeren anterior Rolandik yerleşimli bir lezyondur.
Broca afazisine tutuk (non-fluent) afazi adı da verilir. Ağır şekillerinde hasta hiç konuşamaz. Daha hafif şekillerinde birkaç kelime veya grameri eksik olan kısa cümle parçacıkları söyleyebilir. Buna telgraf şeklinde konuşma denir. Bir kısmında dua ve şarkı gibi konuşmanın otomatik yönüyle ilgili beceriler bir ölçüde korunmuş olabilir.
Hasta söyleneni ve yazılanı anlar. Fakat yazı yazması bozulmuştur.
Hasta düşündüğünü söyleyememekten ötürü sıkıntı içindedir. Konuşmaya çalışırken yaptığı yanlışların da farkındadır.
Lezyon motor kortekse yakın olduğundan Broca afazisi çok sık olarak sağ hemiparezi ile birliktedir.

Wernicke afazi : Eskiden sensorel afazi veya reseptiv afazi adı da verilen bu konuşma tipinde lezyon Wernicke alanı civarındadır, yani böyle bir hastada beynin arka bölümünde bir lezyon düşünmelidir.
Bu tip afazinin önde gelen özelliği hastanın söyleneni anlamamasıdır. Bazı kısa emirleri anlayıp yerine getirse bile daha karmaşık, birkaç kademeli emirleri anlamaz. Hasta kendisinden yeni bir şey istendiği zaman yine ilk söylenen şeyi yapar. Bu ilk emre takılma haline perseverasyon denir.
Wernicke afazisi, Broca afazisinin tersine, akıcı (fluent) bir afazidir. Hasta bol ve akıcı bir şekilde konuşur. Fakat başkalarının söylediğini anlamadığı gibi kendi söylediğini de anlamaz. Konuşması anlamsızdır. Bir kelimenin yerine yanlış bir kelime kullanır (verbal parafazi) veya o dilde bulunmayan anlamsız kelimeler icat eder (jargon, neolojizm). Bu konuşma şekli şizofrenlerin konuşmalarını hatırlattığından kişi akıl hastası sanılabilir.
Hasta yazılı metni okuyup anlayamaz. Yazı yazabilir, fakat yazısı konuşması gibi anlamsızdır.Söyleneni tekrarlama ve objeleri adlandırma bozuktur.Hastalar konuşurken yaptıkları yanlışların farkına varmazlar.

Global afazi: Total afazi adı da verilmektedir. Hastanın anlaması, konuşması, yazması, okuması, söyleneni tekrarlaması ve objeleri adlandırması hep birlikte ve değişik derecelerde bozulmuştur.
Total afazi genellikle a.carotis interna veya a. cerebri media tıkanmaları gibi dominan hemisferde büyük bir alanı içine alan lezyonlarda görülür.Tabloya hemipleji ve hemiparezi de eşlik eder.

İletim afazisi : Kondüksiyon afazisi de denir.Konuşmanın anlama yönü ile ilgili bölgeyi Broca alanı ile birleştiren fasciculus arcuatus adı verilen lif demeti ve anguler girusu içine alan lezyon sonucu ortaya çıkar.Bu afazi tipinin en önde gelen özelliği söyleneni tekrar etmenin çok bozuk olmasıdır. Buna Wernicke afazisinin bazı unsurları değişik derecelerde eşlik edebilir.Hasta literal parafazik yaklaşımlarla konuştuğu için konuşma tutuktur; ilk bakışta Broca Afazisi ile karıştırılabilir.
Beynin Görevi Akıl Üretimi
 
 
Akıl beyin hattındaki devreler

Eski Mısırlılar beyne o kadar az önem verirdi ki ölen bir lideri gömmeden önce burundan sokulan bir aletle beyni boşaltmayı bir gelenek haline getirmişlerdi. Bilincin mekânının yürek olduğuna inanırlardı ve bu, Aristoteles ile ortaçağ düşünürlerinin de paylaştığı bir görüştü.
Düşünce merkezinin başa kaydırılması yönünde uzlaşma sağlandığı dönemde dahi bilincin olmazsa olmaz unsurunun beyin değil, beyindeki karıncık denilen boşluklar olduğuna inanılıyordu. 1662 kadar yakın bir tarihte dahi filozof Henry More, "düşünce açısından, pasta kremasından daha fazla yeterlilik sergilemediğini" söyleyerek beyni küçümsemiş '
Filozof Rene Descartes, yaklaşık, aynı dönemde, bilinçli düşüncenin beynin fiziksel varlığından ayrılmasını sisteme bağladı. Kartezyen "ikicilik" (dualism), Batı bilimi üzerindeki güçlü etkisini yüzyıllarca sürdürdü ve çoğu sinirbilimci tarafından günümüzde bir kenara atılmış olsa da akla gizemli, üstün bir nitelik yükleyen yaygın kanıyı hâlâ destekliyor.
Descartes'ın çağdaşlarından Thomas Willis sıklıkla nörolojinin babası olarak anılıyor sadece beynin düşüncenin merkezi olduğu görüşünü değil, ayrıca beyindeki farklı bölümlerin de belirli bilişsel işlevlere kaynaklık ettiğini öne süren ilk isimdi. 19. yüzyıl başlarında frenoloji (kafatası bilimi) uzmanları bu görüşü. daha da ilginç bir noktaya taşıyarak, kafatasındaki beynin özellikle çok geliştiği yerlerde "çıkıntı yapması" sonucunda oluşan- yumruların -dokunarak- incelenmesi yoluyla kişilik özelliklerine ilişkin çıkarsama yapılabileceğini ileri sürdüler.
İdam edilen suçluların başlarından alınan alçı kalıplar, herhangi bir yumrunun suçlu davranış biçimiyle tutarlı olarak ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceğini belirlemek üzere inceleniyor ve referans olarak alınan bir diğer başla karşılaştırılıyordu.
Frenolojinin bu öngörüleri, o dönem için dahi bilimsellikten saçmalık derecesinde uzak olmasına karşın, dikkate değer ölçüde isabetliydi tabii bir dereceye kadar. Özellikle son on yılda, beynin faaliyet anında görüntülenmesini sağlayan ileri teknoloji sayesinde belli alan¬ların farklı işlevlerden sorumlu olduğu doğrulandı. Örneğin telefon numaralarının beyindeki "adres"i, yüzleri anımsadığınız adresten farklı; ünlü bir yüzü anımsarken kullandığınız devrelerle en yakın arkadaşınızın yüzünü anımsarken kullandıklarınız da.
Yine de bilişsel işlevlerin -harita üzerindeki kentler gibi- beyindeki belirli noktalarda sabitlenemeyeceği görüşü giderek netlik kazanıyor. Belirli bir zihinsel görev, beynin her ya¬nındaki devrelerle değişen oranlarda etkileşime giren karmaşık bir devreler ağı aracılığıyla gerçekleşiyor olabilir.

Corina’nın beyni... onun her şeyi…
Corina Alamillo, UÇLA Tıp Merkezindeki bir ameliyathanede yatıyor. Yanağının altına bir yastık sıkıştırılmış ve başım tam olarak sabitlemek için alnına çelik bir düzenek vidalanmış. 20yli yaşlarının sonlarındaki Corina, koyu kahverengi gözlü, kalın kaşlı, yuvarlak ve sevecen yüzlü bir tıbbi asistan.
Steril mavi kâğıttan çadırın diğer tarafında, iki cerrah Corina'nın beyninin sedef gibi parlayan ve kalp ritmine uygun olarak hafifçe atan, fincan tabağı büyüklüğündeki bir bölümü üzerinde harıl harıl çalışıyor. Beynin yüzeyinde dantelsi bir doku oluşturan atardamarlar, cerrahların üzerinde dikkatle çalıştıkları bölgeyi sol ön lobim konuşma dilinin üretiminde can alıcı Öneme sahip bir bölümünü- kanla besliyor. Yakınında, bir tümörün mat, koyu renkli ucu, bir felaket habercisi gibi tehditkâr duruyor. Cerrahla¬rın tümörü Corina'nın konuşma yeteneğine zarar vermeden almaları, bunun için de ameliyatın ilk aşaması boyunca genç kadını bilinci yerinde ve sorulanlara yanıt verebilir halde tutmaları gerekiyor. Kafa derisinin ve kafatasının bir parçasını çıkarıp alttaki koruyucu zarı geriye kıvırmak için ona narkoz verildi. Artık ağrı reseptörleri (algılayıcıları) bulunmayan beyne dokunabilirler.
Kâğıttan çadırın altında Corina'yla birlikte oturan bir diğer doktor, "Uyan tatlım," diyor. "Her şey yolunda. Bana bir şey söyleyebilir misin?" Narkozun verdiği sersemlikle onu yanıtlamaya çalışan Corina'nın dudakları kıpırdıyor.
"Merhaba" diyor fısıldayarak.
Corina'nın tümörünün koyu kırmızı rengi, cerrahın omzunun üstünden bakan benim gibi tıpla ilgisi olmayan bir insan tarafından bile açıkça ayırt edilebiliyor. Aynı şey, sağlıklı beyin dokusu için de geçerli: 1,4 kilogramağırlığında, miğfer şeklindeki bu yağ ve protein külçesi, temizlik süngeri gibi buruş buruş ve kesilmiş süt görünümünde.
Corina'nın beyni var olan en güzel şey, hatta Corina'dan bile daha güzel; çünkü Corina'nın, güzelliği, benliğini ve her şeyden Önce var oluşu algılayabilirlesin i o sağlıyor. Ama basit bir maddeden oluşan bu tür bir şey aklı nasıl meydana getiriyor? Bu et yığını, nasıl olup da genç kadının doktorun sorduğu soruyu algılamasını ve ona yanıt verebilmesini sağlıyor?
Son birkaç yıldır duygu, düşünce ve davranış kaynaklarının görselleştirilmesinde kullanılan güçlü yeni teknikler, beyni ve beynin yarattığı aklın doğasını anlama biçimimizde bir devrim yaratıyor.
Corina'nın kafatasında açılan alan, akim, kendi fiziksel varlığını anlama çabasının tarihine ışık tutuyor. Tümörün bitişiğindeki Broca alanı de¬nilen Ön lob kümesi, adını 19. yüzyılda yaşamış Fransız anatomist Paul Broca'dan alıyor. (Broca -beyinde düşüncenin kaynağı olan tek bir yer olmasa da belirli bilişsel özellik ve işlevlerin beyinde belirli alanlarda işlendiğine ilişkin kesin kanıt sunan İlk bilim adamlarından biriydi.)
Paul Broca, daha sonra kendi adını alacak olan bu bölgeyi felçli bir hastayı inceleyerek tanımlamıştı. 1861'de Broca, 21 yıldır "tan" hecesinden başka hiçbir şey söyleyemediği için “Tan” adı verilen bir hastayla karşılaştı. Tan'ın ölümünün ardından gerçekleştirilen otopsi, yıllar önce geçirdiği büyük bir felç sonucunda sol ön lobim yaklaşık golf topu büyüklüğündeki bir bölümünün eridiğini ortaya çıkardı.
Birkaç yıl sonra Alman nörolog Cari Wernicke, daha da gerilerde, beynin sol şakak bölgesi lobunda ikinci bir dil merkezi saptadı. Felç geçirmiş olan ya da Wernicke bölgesi farklı bir nedenle hasar gören hastalar rahatça konuşabilir, ancak dili kavrayamazlar ve söyledikleri hiçbir şey anlamlı değildir.
Yakın dönemlere dek olağan bilişsel işlevin kökenleri konusunda en iyi bilgi kaynağı hasar görmüş beyinlerdi. 1950Terde Amerikalı beyin cerrahı Wilder Penfield, bir elektrot kullanarak ameliyat sırasında uyanık olan yüzlerce epilepsi hastasının beyinlerindeki noktalara doğrudan uyan gönderdi. Bunun sonucunda bedenin her bir bölümünün beyinde ters yönde bir korteks şeridinde açıkça bir haritası olduğunu keşfetti. Örneğin bir insanın sağ ayağı, sol motor korteksteki bir noktaya uygulanan hafif bir şoka tepki veriyordu; bu nokta, hastanın sağ bacağında benzer bir tepkiye yol açacak noktanın bitişiğindeydi. Kortikal yüzeydeki diğer noktaları uyarmaksa belirli bir tadı, çocukluk yıllarına ilişkin bir anıyı ya da uzun süre Önce unutulmuş bir şarkının sözlerini akla getirebiliyordu.
UCLA'nın ameliyathanesindeki iki cerrah, şimdi Penfıeld’ın tekniğini Corina'nın Broca alanına uygulamak üzere. Çıkarmaları gereken bölümü yaklaşık olarak biliyorlar ama tümörü almadan önce Corina'nın belirli konuşma becerilerinin kaynağı olan alanların tam adresini bulmaları gerekiyor.
İki anadilinin olması çok daha fazla dikkat gerektiriyor: İngilizce ve İspanyolcasını yöneten sinirlerin bulunduğu alanlar birbirine bitişik ya da, en azından, bir dereceye kadar üst üste binmiş olabilir (her iki dili de küçük yaşta öğrenmiş olması nedeniyle ikincisi daha büyük bir olasılık). Corina'yla kâğıttan çadırın altında iletişim kuran nöropsikolog Susan Bookheimer, ona bir deste kartın içinden bir resim gösteriyor. Aynı anda baş cerrah Linda Liau beyne bir elektrotla hafif bir şok veriyor. Corina hiçbir şey hissetmiyor, ancak o noktada işlev geçici olarak engelleniyor.
"Bu nedir, tatlım?" diye soruyor Bookheimer, sersemlemiş halde yatan Corina gözlerini resme dikiyor.
“Saksofon” diye fısıldıyor.
“Güzel!” diyor Bookheimer ve elindeki desteden bir kart daha çıkarıyor.
Elektrot, dil acısından tehlikeli bir noktaya dokunmuyor. Bu arada Liau elektrotu bir milim kaydırıyor. "Ya bu?"
“Tek boynuzlu at.”
“Çok güzel. Yetse”
“Casa.”
“Yetse?”
Corina duraksıyor. "Bicicleta?" diyor. Ama resimdeki bisiklet değil; bir çift geyik boynuzu, Corina yanlış yanıt verdiğinde ya da basit biri nesnenin resmini tanımakta zorlandığında doktorlar kritik bir bölgeye rastladıklarını anlıyor, o noktaya kare şeklindeki steril bir kâğıt parçasıyla İşaret koyuyorlar.
Buraya kadar yapılanların tümü standart uygulama. (Liau, buna benzer yaklaşık 600 ameliyat yapmış.) Ama Corina'nın beyninin haritalandırılma süreciyle bu uygulamada yeni bîr dönemeç alınmak üzere.
Ameliyathanede dört dönen bir düzine insan var; bu sayı, tipik bir beyin tümörü ameliyatı için gerekenin iki katı. Ek olarak gelenler ameliyat sırasında, UCLA'da Arthur Toga ile Andrew Cannestra'nın (Liau'ya yardımcı olan cerrahlardan biri) geliştirmekte olduğu bir teknik olan, optik intrensik sinyal görüntüleme cihazını (OIS) kullanmak üzere buradalar.
Corina'nın ön lobunun tepesinde duracak şekilde uzatılmış alete özel bir kamera yerleştirilmiş. Corina kartlardaki resimlerde ne olduğunu söylemeye devam ederken ya da basit sorulara (Ot ne renktir? Havlayan hayvan hangisidir?) yanıt verirken kamera, ışığın beyin yüzeyinden yansımasına ilişkin çok çok küçük değişiklikleri kaydediyor. Değişiklikler kan akışında bir artış olduğunu gösteriyor; bu da tam bu noktadaki bilişsel etkinliğe işaret ediyor.
Corina "yeşil" ya da "köpek" diye yanıt verdiğinde, kamera, Broca alanında harekete geçen sinir devrelerinin o anda oluşan örgüsü ve çevre dokuyu görüntüleyip ameliyathanenin köşesindeki bir ekrana gönderiyor. Görüntü buradan anında bir süper bilgisayara yükleniyor. Buradaysa bir dizi görüntüleme teknolojisi kullanılarak 10.000'i aşkın kişiden toplanan diğer 50.000 taramaya ekleniyor.
Toga, "Herkesin beyni, yüzü kadar benzersizdir," diyor. "Binlerce insanı inceleyerek beynin nasıl çalıştığını öğrenebiliriz."
UCLA'nın beyin adasındaki görüntülerin çoğu, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) adı verilen, çığır açan yeni bir teknikle elde ediliyor. OIS gibi fMRI da bilişsel etkinliğin dolaylı bir ölçümü olarak kan akışındaki artışları izliyor. Ve fMRI sadece Corina gibi ameliyat hastalarında değil, MRI tüpünün içinde birkaç dakika geçirmeye dayanabilen herkesin beyinsel işlevlerini inceleme amacıyla kullanılabiliyor.
Depresyon, disleksi (öğrenme bozukluğu), şizofreni ve diğer pek çok nörolojik hastalıkla yaşamlarını sürdüren kişilerin sinir devrelerinin araştırılmasında bu teknik kullanıldı. Bir o kadar önemlisi de, bu tekniğin, verilen bir görevi (parmağınızı oynatmaktan başlayıp da belli bir yüzü anımsamaya, ahlaki bir ikilemle yüzleşmeye, orgazm yaşamaya ya da Pepsi ve Coca Cola'nın tadlarını kıyaslamaya dek her şey) yerine getirdikleri sırada yüz binlerce deneğin beyni üzerinde uygulanmasıydı.
Yeni bilim bize Corina'nın 28 yaşındaki beyninin, 28 yaşındaki aklını nasıl ürettiği konusunda ne söylüyor? Beyin gelişimi açısından onun Los Angeles’in 80 kilometre kadar kuzeyinde, çiftçilikle geçinen bir yerleşim birimi olan Santa Paula'da doğmuş olması herhangi bir önem taşımıyor. Buna karşın, annesinin karnında geçirdiği dokuz ayın sinirlerin gelişimi üzerinde son derece büyük bir etkisi var.
Döllenmenin gerçekleşmesinden dört hafta sonra, ileride Corina olacak olan embriyo, dakikada yarım milyon nöron (sinir hücresi) üretiyordu. İzleyen birkaç hafta boyunca bu hücreler beyne, genetik yönlendirmeler ve komşu nöronlarla girilen etkileşimlerle belirlenen belli hedeflere göç etti. Annesinin gebeliğinin birinci ve ikinci üç aylık dönemlerinde nöronlar, saniyede iki milyon gibi bir hızla sinapslar oluşturarak birbirlerine dokunaçlar uzatmaya başladı. Doğumundan üç ay önce Corina, arapsaçı gibi karmakarışık bir bağlantılar ağı şeklinde -ve ömür boyu sahip olacağından daha fazla- beyin hücresine sahipti. Bilişsel anlamda pek de talepkâr bir ortam sunmayan ana rahmindeki bir ceninin gereksinim duyduğundan çok daha fazla nöron vardı; hatta yetişkin olduğunda gereksinim duyacağından da çok çok fazla.
Sonra, doğuma sadece birkaç hafta kala, süreç tersine döndü. Nöron grupları, belirli işlevler üstlenen ve giderek genişleyen devrelere diğer nöronları da dahil etmek üzere birbirleriyle yarıştı. Kaybedenler, bilim adamlarının "sinirsel Danvinizm" diye adlandırdığı bir budama süreci sonunda öldü. Yaşamlarını sürdürmeyi başarabilen devrelerse, bir ölçüde, rahmin ötesindeki dünyaya uyum sağlamıştı bile. Doğumda, Corina annesinin sesini yabancıların sesinden ayırt etmeye çoktan yatkındı; ana rahminde kulak misafiri olduğu ninnilerin melodisine, belki de amniyotik sıvıda (anne rahminde bebeği çevreleyen sıvı) bol bol tadına bakma fırsatını bulduğu annesinin Meksika mutfağının lezzetlerine de öyle. Gelişi¬mini tam olarak tamamlayan en son duyusu ise görmeydi. Buna karşın annesinin yüzünü henüz iki günlükken açıkça tanıdı.
İzleyen 18 ay boyunca Corina tam bir öğrenme makinesiydi. Daha yaşlı beyinler öğrenmek için bir tür bağlama -bir uyarım yerine bir diğerine dikkatini yöneltmek için bir nedene, örneğin bir ödüle- gereksinim duyar; oysa bebek beyni, duyulan aracılığıyla gelen her şeyi bir sünger gibi emer.
Londra Üniversitesi Beyin ve Bilişsel Gelişim Merkezi'nden Mark Johnson, "Öylece oturup nesnelere boş boş bakıyor gibi görünebilirler," diyor. "Ancak doğumdan hemen sonra, bebeklerin tek amacı bilgiye ulaşmaktır." Corina yenidünyasını deneyimlerken, tekrar tekrar uyarılan sinir devreleri daha güçlü sinaptik bağlantılar geliştirdi; uyarılmayanlarsa atrofiye (işlev göremeyecek kadar küçülme) uğradı. Örneğin, doğduğunda yeryüzündeki tüm dillerin tüm seslerini duyabilirdi. İspanyolca (ve daha sonra İngilizce) heceler kulaklarını doldururken, beyninin dil alanları yalnızca o seslere daha duyarlı hale geldi ve Örneğin Arapça'nın ya da Svahili dilinin seslerine tepki verme özelliğini yitirdi.
Beyinde, Corina'nın aklının "benlik" bölümünün gelişmeye başladığı bir bölüm varsa bu, prefrontal korteksten alnın hemen arkasında, kulaklara dek uzanan bölge başka bir yerde olamaz. Yaklaşık olarak iki yaşına kadar buradaki devreler gelişmeye başlamış olur. Prefrontal korteks etkin hale gelmeden önce, yanağında is lekesi olan bir çocuk, aynadaki görüntünün kendisi olduğunu anlayıp yanağını silmek yerine, lekeyi aynadaki yansımasından silmeye çalışır,
Ancak uzmanlar, tüm bu yüksek bilişsel İşlevler hakkında bilgi edindikçe, benlik duyusunun akim özel bir bölgesinde bulunan ayrı bir parça olmadığını ya da bir çiçek gibi bir anda olgunlaşıp açmadığını keşfediyor.
Hangi spesifik duyudan söz ettiğinize bağlı olarak, benlik duyusu, beyindeki çeşitli bölgeleri ve devreleri harekete geçiriyor ve bu devreler de farklı zamanlarda gelişiyor olabilir.
Dolayısıyla, Corina üç yaşma basmadan önce kendisini aynada tanımış, ancak, aynada gördüğü benliğin varlığını sürdürdüğünü anlayıncaya kadar aradan bir yıl daha geçmiş olabilir. Daniel Povinelli ve meslektaşlarının Louisiana Üniversitesi'nde yürüttükleri araştırmalarda küçük çocuklar oyun oynarken videoya kaydedildi; araştırmacılardan biri, oyun sırasında gizlice çocukların saçlarına büyükçe bir kağıt parçası iliştirdi.
Birkaç dakika sonra video kaset çocuklara izlettirildiğinde, üç yaşın üstündekilerin çoğu kağıdı almak için ellerini saçlarına götürdüler; bu, ekranda gördükleri kendilerinin o andaki kendileri olduğunu anladıklarını gösteriyordu. Daha küçük yaşlardaki çocuklar ise bu bağlantıyı kuramadılar.
Üç yaşındayken Corina'nın saçlarına bir kağıt parçası iliştirildiyse de o, bunu anımsamıyor. İlk anısı, pembe ve dantelli bir elbise almak için annesiyle birlikte alışverişe gittiği gün duyduğu heyecanla ilgili.
O zaman, dört yaşındaydı. Bundan önceki hiçbir şeyi anımsamıyor çünkü beyninin derinlerindeki limbik sistemin uzun döneme ait anıları depolayan bölümü -hipokampus- henüz olgunlaşmamıştı.
Ama bu, Corina'nın zihninde daha eskilere dayanan anıların bulunmadığı anlamına gelmiyor. Babası evi terk ettiğinde Corina henüz iki yaşında olduğu için babasının zaman zaman sarhoş olup annesine vurduğunu bilinçli olarak anımsayamıyor.
Ancak bu anılarla bağlantılı duygular, beynin limbik sisteminde olasılıkla doğum kadar erken bir dönemde dahi işlevsellik kapanabilen bir diğer yapıda, amigdalada, depolanmış olabilir. Bilinçli akıl, amigdalaya kazman son derece duygusal anılara erişemiyor olsa da, bunlar yine de biz farkında olmadan davranış ve hissediş biçimimizi etkileyebilir.
Beynin farklı bölgeleri, çeşitli biçimlerde ve değişik hızlarda, yetişkinliğin ilk dönemleri boyunca süren bir gelişim gösteriyor. Son dönemlerde UÇLA ve Bethesda'daki (Maryland) ABD Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü'nde çocuklar üzerinde gerçekleştirilen -birkaç yıldır sürdürülüyor- görüntüleme çalışmalarına göre, ergenlikten hemen Önce gri maddede ikinci bir hızla gelişme devresi yaşanıyor.
Tipik bir kız çocuğu olduğunu varsayarsak? Corina 11 yaşındayken korteksi en kaim haline ulaştı. (Erkeklerde bu noktaya bir buçuk yıl I sonra geliniyor.) Bu gelişim dalgasını gençlik yılları boyunca süren incelme süreci İzledi ve aslında bu süreç ancak çok yakın bir dönemde tamamlandı. Bu süreci ilk olarak tamamlayan bölgeler, Corina'nın beyninin en ön ve arkasındaki duyusal işleme ve hareket gibi temel işlevlerle ilgili olan bölümlerdi. Bunun ardından sıra beynin yanlarında, paryetal loblarda yer alan I ve mekânsal oryantasyonu ve dili yönlendiren bölgelere geldi.
Yönetici beyin olarak anılan bölümün bulunduğu prefrontal korteks, beynin en son olgunlaşan bölgesi ve sosyal yargılara vardığımız, alternatif seçenekleri tarttığımız, geleceğimizi planladığımız, davranışlarımızı kontrol ettiğimiz yer burası.
ABD Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü bilim adamlarından -sinir görüntüleme araştırmaları alanında önde gelen isimler arasında- Jay Giedd, "Yönetici beyin, 25 yaşma dek yetişkinlik düzeyine ulaşmaz," diyor.
"Ergenlikte, yetişkinlere özgü tutkularınız, cinsel dürtüleriniz, enerji ve duygularınız vardır ancak bunları dizginleyebilmek çok daha sonra mümkün olur." Belki de ergenlik çağındakilerin sağlıklı kararlar alma ya da dürtülerini kontrol altında tutma becerisinden yoksun olmalarında şaşılacak bir şey yok.
"ABD'de 18 yaşında oy verebilirsiniz," diyor Giedd, "araç da kullanabilirsiniz. Ancak 25 yaşına kadar araç kiralayamazsınız. Yani, görünen o ki, beyin anatomisinden anlayanlar, yalnızca otomobil kiralama işinde çalışanlar."
Öte yandan gri maddenin olgunlaşması zihinsel değişimin sona erdiğine işaret etmiyor. Şu anda bile Corina'nın beyni hâlâ, büyük ölçüde, tamamlanmamış bir eser. Nörolojik araştırmaların son 10 yılma damgasını vuran bir konu varsa o da beynin plastisitesine -yetişkinlik dönemi boyunca beynin kendisini yeniden biçimlendirme ve düzenleme becerisi- giderek daha fazla önem verilmesi. Braille alfabesini okuyan körlerde, sağ İşaret parmakları üzerinde yoğunlaşan somatosensoriyel korteks bölgelerinde -beynin yan tarafında, dokunma duyusunu işleyen bölge- kayda değer bir büyüme gözleniyor. Keman çalanların, yalnızca yayı tutan sağ parmaklarının aksine kemanın perdelerinde dolaşan sol parmaklarıyla bağlantılı somatosensoriyel bölgelerinde benzer bir dağılım görülüyor.
Beynin plastisitesini anlama konusunda öncü isimlerden biri olan Kaliforniya Üniversitesi'nden (San Francisco) Michael Merzenich, "10 yıl Önce sinirbilimcilerin çoğu beyni, erkenden sabit işlevler geliştiren bir tür bilgisayar olarak görüyordu," diyor. "Artık beynin yaşam boyu kendisini sürekli gözden geçirip değiştirdiğinin farkındayız."
Beyin yaşamın ilerleyen yıllarında plastisitesini giderek yitirmeye başlasa da yaşlı bir beyne yeni numaralar öğretmek için belki de hiçbir zaman çok geç değil. Merzenich'in laboratuvarındaki ön araştırmaların sonucuna göre, 60 ve 70'li yaşlarında olup henüz bunama belirtileri görülmeyen kişilerin bellekleri dahi, odaklı eğitimle büyük oranda gençleştirilebiliyor. Buna karşın plastsitenin de bir sınırı var.
Hasta, korteksinin belli kritik alanları örneğin Broca alanı felç ya da tümör nedeniyle hasar görürse, artık etkin olmayan devrelerin yerine getirdiği işlevi büyük olasılıkla bir daha geri kazanamaz.
Bu da bizi bugün, yeniden Corina'ya getiriyor. Tümörü halihazırda sol ön lobunun kişilik, planlama ve motivasyon açısından Önemli devreler içeren yumurta büyüklüğündeki bir bölümüne hasar vermiş.
Neyse ki beyin söz konusu yüksek işlevler için doğuştan bazı yedeklemeler yapıyor ve Corina'nın ailesi şimdiye dek kişiliğinde hiçbir değişiklik fark etmedi: Sağ ön lobuna karşılık gelen bölge, büyük olasılıkla fazladan yükün büyük bölümünü üstleniyor.
Ama şimdi tümörün olabildiğince hızlı alınması gerekiyor. Uzmanlar Corina'nın beyninin optik iç kaynaklı sinyal görüntülenmesini ve kızılötesi ışığın kullanıldığı bir diğer deneysel tarama İşlemini tamamladılar. Ameliyatta mutlaka bulunması gereken personel dışında herkes ameliyathaneden çıkarıldı.
Corina çok bitkin, ancak biraz daha uyanık kalmak zorunda. Dr. Liau, elektronik bir bisturi yardımıyla Corina'nın beyin dokusunu, tümörle Broca alanı arasındaki sınırdan dikkatle kesmeye başlıyor. Susan Bookheimer ise çadırın altında Corina'nın yüzüne doğru başka kartlar tutuyor,
"Bu nedir? Kapı mı? Güzel!"
“Yetse?…”
Bisturi daha derinlere inerken, Liau'nun cerrah maskesinin üzerinden görünen gözleri gergin görünüyor. Kanserli dokuyu bütünüyle kesip alması gerekiyor. Eli birazcık kayarsa oluşacak zararın dönüşü yok. Sınır boyunca yapılan kesme İşi tamamlandığında Corina'nın bilincinin yerinde olmasına artık gerek kalmayacak ve dinlenebilecek.
"Durumu nasıl?" diye soruyor Liau. "Mükemmel," diyor Bookheimer. "Hiç sorun yok."
"İyi," diyor Liau. "Onu yeniden uyutalım." Bir anestezi uzmanı gerekli ayarlamayı yapıyor, Yüzünü görebileceğim bir noktaya yürüyorum.
Göz kapakları inmeye başlarken, "Corina," diyorum; "çok güzel bir beynin var." Yan baygın bir halde gülümsüyor:
"Teşekkür ederim."

Kaşla göz arasında
Örümceklerden korkar mısınız? Öyleyse bir örümcek görüş alanınıza girdiğinde korkuyu ta içinizde hissedersiniz üstelik anında. Ne kadar mı hızlı? Sinirbilimcilere göre yalnızca birkaç salise içinde. Bu illüstrasyon, örümceğin, beynin coğrafyasını boydan boya kat ederek, retinalar üzerindeki görsel bir uyarımdan aklın derinliklerinde hissedilen bir korkuya doğru kaşla göz arasında harekelettiği o anı resmediyor.
Beyin işlevlerinin haritasının çıkarılması için yenilikçi araçlar gerekiyor. Araştırmacılar, bir elektroensefalografla yıldırım hızında gerçekleşen beyin etkinliğini izlemek için elektrik akımlarını analiz ediyor. Ve manyetik rezonans görüntüleme (MRI) aracılığıyla, beynin hangi bölgelerinin belli uyarım ya da davranışlara tepki verdiği gözlenebiliyor. (Bu renklendirilmiş görüntü, MRI'la beynin haritalanması sonucunda elde edildi.)
Sinirbilimci Jacopo Annese, "Bir nesneye bakmak basit bir olay gibi görülür," diyor. "Ancak beyin çok karmaşık bilgileri eşzamanlı olarak işlemektedir." Görüntü, görsel korteksteki birbirinden ayrılmış modüller tarafından renk, biçim ve konum ile ilgili bileşenlerine ayrılır. Sonuçta elde edilen bilgi, bileşenleri analiz ederek görüntüyü bir bütün olarak yorumlayan özelleşmiş bölgelere gönderilir.
"Eskiden insanlar beyni bilgisayara benzetirdi," diyor laboratuvar yöneticisi Arthur Toga. "Ben aynı kanıda değilim. Görüntüler bileşenlerine ayrılıyor ve sonra yeniden birleşiyor. Bu çok çok karmaşık bir süreç; daha çok internete benziyor."

Ne
görsel korteks şakak bölgesi korteksi
Örümceğin görüntüsü, ağtabakalardan başlayıp optik yol ve lifler boyunca ilerleyerek görüntünün haritasının çıkarıldığı görsel kortekse ulaşır. Görüntü renk, biçim, konum olarak bileşenlerine ayrıldıktan sonra, nesnenin şeklinin üretildiği yer olan şakak bölgesi lobunda islenir.
Nerede
ön görme alanı paryetal korteks
Ön görme alanı, göz hareketlerini ve dikkati yöneterek örümceğin konumunu izler. Paryetal korteks ayrıca görsel korteksten gelen bilgileri alıp örümceğin konumu hakkında bilgi verir. Örümceğe yönelik bir hareket planlanırken bu geribildirim kullanılacak.

Anımsama
hipokampus
Hipokampus, karar verme aşamasında can alıcı öneme sahip duygusal içerik ve uzun vadeli anıları birleştirir. Bir bilgisayar ağındaki ana bilgisayar gibi, görsel korteksten gelen görsel bilgiyi diğer duyular ve depolanmış anılardan gelen bilgilerle bütünleştirir ve sonuç olarak örümceğin tam anlamıyla tanınması gerçekleşir.
Tepki
amigdala
Görsel bölgeler örümceğin örümcek olduğunu doğrulamadan önce, ona ait ilk ham izlenim anında amigdalaya ulaşır. Bu algı, başlangıçtaki korku tepkisine yol açar. Saliseler sonra, görsel korteks, şakak bölgesi korteksi ve hipokampus, örümcek hakkındaki kesin bilgiyi ileterek tepkiyi onaylar.

Daha büyük beyin
Glen McNeill, her gün altı-yedi saatini, gidonuna bir harita tutturduğu motosikletiyle Londra sokaklarını turlayarak geçiriyor. 28 yaşındaki McNeill, bir “bilgi çocuğu”; Londra’nın ruhsatlı taksi şoförlerinden biri olması için gereken ve yıllarca sürecek olan bellek eğitimi programına devam ediyor.
McNeill düşlediği şeyi gerçekleştirirse, sonunda beyni, en azından beyninin bir bölümü, bunu gerçekleştirebilecek şekilde büyüyebilir. Beyindeki limbik sistemin bir parçası olan, denizatı biçimindeki hipokampus, çevredeki mekânsal ilişkileri işlemek de dahil olmak üzere bellek ve öğrenmeye İlişkin pek çok işlev açısından can alıcı öneme sahip. Londra'daki University College'dan bazı araştırmacıların 2000 yılında yayımladığı bir MRI araştırması, Londralı taksi şoförlerinin hipokampusunun arka bölümünün daha büyüdüğünü göstererek, yetişkin insanların beyninin büyüyemeyeceği yönünde uzun süreden beri kabul gören düşüncenin sorgulanmasına yol açtı. Ancak beyin dokusundaki bu artışın bedelleri olabilir. Taksi şoförlerinde ortalama olarak hipokampusun ön bölümü normalden daha küçüktü ve bu, kentin zihinde giderek daha ayrıntılı haritasını çıkarma çabasıyla komşu bölgele de göreve çağrıldıklarını akla getiriyor.
Yetişkin insanlarda hipokampus büyüyebiliyorsa, beynin diğer bölümlerinde durum nedir? Almanya'da gerçekleştirilen yakın tarihli bir araştırmanın sonucuna göre, üç ay boyunca hokkabazlık öğrenmeye çalışmak, görsel ve motor etkinlikle ilgili iki bölgede gri madde miktarında artışla sonuçlandı. Ancak, eğitim alan bu hokkabazlar alıştırma yapmayı bırak¬tıklarında bu bölgeler yeniden önceki halini aldı. Dahası, gerek şoförlerle ilgili araştırmada gerekse hokkabazlarla ilgili olanında beyin hacmindeki büyümenin, var olan devrelerin yeniden düzenlenmesinden mi, nöronlar arasındaki bağlantıların sayısındaki artıştan mı, yoksa en ilginci, gerçekten yeni beyin hücrelerinin doğmasından mı kaynaklandığı tespit edilemedi ki yakın dönemlere dek bu son şık mantık dışı bulunuyordu. 1998'de La Jolla'daki (Kaliforniya) Saik Enstitüsü'nden Fred H. Gage, yetişkinlerdeki hipokampusta gerçekten de yeni hücrelerin büyüyebildiğini gösterdi. Gage, beynin farklı bir bölgesinde, yeni işlevsel nöronlara dönüşebilecek şekilde gelişmesi olası kök hücrelerin yar olabileceğini düşünüyor. Bu tür nöron yenilenmelerinin daha iyi anlaşılması, Alzheimer, Parkinson ve benzeri birçok dejeneratif beyin bozukluklarının tedavisine ilişkin umutlan yeşertebilir.
Bu arada, Glen McNeiH'ın hipokampusuyla yapacak daha çok işi var. Londra sokaklarıyla ilgili bilgisini sınayan üç aşamalı bir sınavdan geçmesi, ardından da çevre kasaba ve kentleri de İyi bildiğini kanıtla¬ması gerekiyor.

Yüzdeki duygu
Bu adam biraz "kızgın" gibi görünüyor, değil mi? Tepkisini neyin tetiklediği konusunda en küçük bir fikrimiz olmasa da (aslında o bir oyuncu), hissettikleri tam anlamıyla yüzüne yansıyor. Nereli olursak olalım, çoğumuz bu ifadeyi okumakta zorlanmayız.
Psikolog Paul Ekman, 40 yıl önce. Yeni Gine'de dış dünyadan kopuk bir yaşam süren Fore halkına, Amerikalıların çeşitli duygularını dışa vuran fotoğrafları gösterdi. Fore halkının çoğu üyesi, daha Önce hiç Batılı bir yüzle karşılaşmadıkları halde öfke, mutluluk, üzüntü, iğrenme, korku ve şaşkınlık (ki bu son ikisini ayırt etmek zordur) ifadelerini hemen tanımla¬dılar. Ekman aynı deneyin tersini de yaptı: Fore yüzlerini Batılılara gösterdiğinde duygular yine hatasız bir biçimde anlaşıldı. Ekman'ın günümüzde bir klasik haline gelen bu incelemesi, ilk kez Charles Darwin tarafından ortaya atılan, temel duygulan anlatan yüz ifadelerinin evrensel olduğuna ilişkin düşünceye güçlü bir destek sağladı.
Ekman'a göre, sağlık ve refahımızı etkileyeceğine inandığımız durumlarla bizi çabucak baş etmeye hazırlamak için geliştirilmiş bu altı duygu (ve küçümseme} evrensel. Bazı duygusal tetikleyiciler de öyle. Örneğin görüş alanımızın bir anda kapanması korkuyu tetikler. Ancak duygusal tetikleyicilerin çoğu sonradan öğrenilir. Yeni biçilmiş çimlerin kokusu, çocukluğunda yaz aylarını kırda geçiren biriyle, uzun saatler bir çiftlikte çalışmaya zorlanmış birine farklı duygular çağrıştırır. Bu tür bir duygusal çağrışım oluştuğundaysa, bunu akıldan silmek olanaksız değilse bile çok zordur.
"Duygu, beynin plastisitesi en az olan bölümü" diyor Ekman. Ancak duygularımızı daha iyi yönetmeyi öğrenebiliriz. Örneğin bir duygunun başlangıcıyla bilincine varmamız arasındaki süre ne kadar kısaysa -Ekman bunu tepkisizlik dönemi olarak tanımlıyor bu duygunun o duruma uygun olup olmadığını anlamak için ikinci bir denetim yapma olasılığı da o kadar yüksek olur. Tepkisizlik dönemini kısaltmanın yollarından biri ise farklı duyguları tetikleyen etkenlerin farkında olmaktır.

Korku mu o da ne!
Dışarıda vahşi bir dünya var, ya da en azından öyleydi. Beyinlerimizin içinde şekillendiği tarihöncesi çevre, yılanlar, kükreyen canavarlar, yırtıcı kuşlar ve benzeri doğal tehlikelerle doluydu. Bu tur tehditler karşısında anında arkasına bakmadan kaçanlar yaşamlarını sürdürdü; durup düşünenler ise genlerini izleyen kuşaklara aktaracak kadar uzun yaşamadılar
Doğal seçilim, çok uzun yıllar önce primat beynini bu tür tehlikelere karşı korku tepkisiyle donatmış olabilir. Öte yandan, deneyler, laboratuvarda yetiştirilen ve hiç yılan görmemiş maymunların, yılan gördüklerinde alttaki fotoğrafta görülen üç buçuk metrelik pitonun kıvrımlarına tasasızca yerleşmiş bu bebekten daha çok paniğe kapılmadığını gösterdi. Peki, yılan korkusu doğamızda mı var, yoksa sonradan Öğrenilmiş bir davranış biçimi mi?
1980'lerde araştırmacılar bu soruyu laboratuarda büyütülenler ve yabanıl ortamda doğup büyümüş maymunlar arasında karşılaştırma yaparak sınadı. Daha önce yılan korkusu yaşamamış laboratuar maymunlarında, yabanıl ortamda büyüyen ve yılandan korkan maymunları gördüklerinde yılan korkusu gözlemlenmeye başladı. Ancak video görüntüleri değiştirilip yabanıl maymunlar çiçeklerden korkuyormuş gibi gösterildiğinde, onları izleyen laboratuar maymunları çiçeklerden korkmadı.
Görünüşe bakılırsa gerçekten de primat beyninde bize zarar vermesi olası doğal olaylardan korkma yönünde doğuştan bir eğilim var; zarar vermeyecek bir şeyden korkmayı öğrenmeye yönelik bir eğilim ise söz konusu değil. Ancak bu eğilimin işlerlik kazanması için toplumsal deneyim gerekiyor. Bu bebeğin de diğer insanları izleyerek, büyük olasılıkla, yılandan korkar hale gelmesi için yeterince fırsatı olacak. Daha yakın tarihli bir araştırma¬da uzmanlar, korkunun sinirler üzerinde izlediği yolları, beynin duygusal sisteminde yer alan badem şeklindeki küçük bir yapıya, amigdalaya, dek izlediler. Görüldüğü kadarıyla amigdala, tehlike algısını iki yolla eyleme geçiriyor.
Korteks aralıksız olarak göz, kulak ve diğer duyu organlarından gelen bir bilgi bombardımanına tutuluyor. Aktarımın ilk yolu, ayrıntılı ve korteks tarafından süzülmüş bir bilgi selinin yüksek seviyeli kortikal bölgelerden, önceliği, daha az acil bilgilerin değil de korku ya da diğer duygusal uyarımların İşlenmesine veren amigdalaya gönderilmesi şeklinde gerçekleşiyor. Örneğin, araç kullanırken bir yandan da radyodaki haberleri dinliyorsanız önünüzdeki sürücü frene bastığında dikkatiniz çabucak haberlerden uzaklaşacak ve size ayağınızı frene yöneltmeniz için işaret verecektir. İkinci ve daha da hızlı yolda ise, ham bilgi korteksi tümüyle es geçerek subkortikal bölgeler boyunca ilerleyen duyular üzerinden doğruca amigdalaya gönderiliyor. Ve Öndeki araç aniden duracak olursa, görece daha ilkel olan bu hızlı yol, hareketlerinizin bilincinde olmanızı sağlayan kortikal bölgelere bilginin ulaşmasından dahi önce frene basmanız için sizi uyarıyor.
Öyle ki, tepki verirken size avantaj sağlayan, saniyenin binde biri kadar olan, bu süre yaşamınızı kurtarmak için yeterli olabilir.

Otistik dahi
15 yaşındaki Tito Mukhopadhyay yatağının üstünde annesinin yanında bağdaş kurmuş; ileri geri sallanıyor, çılgınca ellerini çırpıyor. Bu hareketler, İleri derecede otistik bireylerde görülen tipik davranışlar; göz temasından kaçınması, anlaşılmaz homurtu ve iniltiler çıkarması da öyle. Ancak Tito, derdini anlatamayan biri olmaktan çok uzak. Bir ziyaretçi, ona bu kadar çok hareket etmesinin nedenini soruyor,
Yanıtını kalemle bir kağıda karalayan Tito, "Biliyorum, alışık olmadığınız bir görüntü bu," diyor. "Ama dağılmış benliğimi keşfetmek ve hissetmek için bu alışkanlığı edindim."
Başlangıçta zihinsel engelli teşhisi konan oğlunun anormal davranışlarının ve konuşma bozukluğunun nedenini çaresizce öğrenmeye çalışan annesi, onu, Hindistan'da Tito bu ülkede doğmuş doktor doktor gezdirmiş. Nefes aldırmayan bir eğitimle Tito'nun sessizlik duvarını kırmış ve ona toplama-çıkarmayı, edebiyattan zevk almayı ve sonunda ilk başlarda eline kalem bağlayarak yazıyla İletişim kurmayı öğretmiş. Tüm bu çabalar sayesinde, düşük işlevli otistikler arasında nadir görülür bir biçimde, otizmin içeriden nasıl duyumsandığını etkileyici bîr berraklıkla tanımlayabiliyor.
Tito'nun yaşamına ilişkin etkileyici ve derin düşünceleri, yaşıtlarına oranla çok ileri düzeyde bir duyarlılık ve zekâyı açığa vuruyor. 8-11 yaşları arasında yazdığı ve 2000'de İngiltere'de Beyond the Silence (Sessizliğin Ötesinde) adıyla yayımlanan kitabında, duyulan aracılığıyla algıladığı birbirinden kopuk bilgiler kakofonisinin üstesinden gelmeye yönelik olarak gösterdiği ilk çabaları, bedenini ve davranışlarını kontrol etme konusundaki yoğun mücadelesini günü gününe belgeliyor, Biri düşünen, "duygu ve edinilmiş bilgilerle dolu"; diğeriyse, tümüyle başkasına ait olsaydı üzerinde ancak bu kadar denetim sahibi olabileceği, "tuhaf ve eli kolu durmayan" aktif bir benlik olmak üzere iki ayrı benlik hakkında yazıyor.
Sinirbilimci Michael Merzenich, "Tito'nun olağanüstü başarıları, otizminin üstesinden gelmesini sağlamadı," diyor. "Beyninde hâlâ bir kaos hüküm sürüyor." Peki, bu kaosun kaynağı ne? Bu hastalığın en azından bazı türlerinde hiç kuşkusuz genlerin rolü var. Ayrıca, daha sonra otizme yakalanan bebekler, sıklıkla, yaşamlarının ilk yılında beyinlerinin anormal hızla büyüdüğü bir dönemden geçiyor (bu, beynin beyaz maddesinde, sinir impulslarını taşıyan hücrelerin aşırı derecede üretilmesiyle bağlantılı olabilir).
Araştırmacı Chris ve Uta Frith, diğerlerinin ne düşündüğü konusunda çıkarımda bulunmamızı ve insanlarla buna göre ilişki kurmamızı sağlayan -biri her iki gözün üzerinde, diğeri her iki kulağın yanında, üçüncüsü de beynin iki yanının üst kısmında olmak üzere üç tür toplam altı doku saptadılar. Bu bölgeler, otizm ve daha hafif bir formu olan Asperger sendromu hastalarında daha az etkin gibi görünüyor. Ancak amigdala ve hipokampus dâhil olmak üzere, beynin diğer bölümleri de bu durumla ilişkili olabilir. Bu denli geniş bir belirti ve patolojiler yelpazesi olan bir hastalığın, bir nedenden kaynaklandığını söylemek zor. "Yaptıklarım insanları hayrete düşürüyor," diye yazıyor Tito. "Doktorlar beni tanımla¬mak için farklı terimler kullanıyorlar. Bense sadece merak ediyorum."

Mutlak kulak
Müzik insan aklının doğasında var. Yeryüzünde müziği olmayan tek bir kültür dahi yok ve beyinlerimiz müziği ayrımsamaya, onun büyüsüne kapılmaya programlanmış. Bunun aksine, mutlak kulak belirli bir müzikal tonu, diğer bir tonu referans almaksızın tanıma Batı toplumlarında 10.000 kişide bir gibi son derece az rastlanan bir yetenek.
itfaiye arabasının kırmızı, gökyüzünün mavi olduğunu ne kadar kolay görebiliyorsak bu özelliğe sahip olanlar da mi bemol ya da sol diyezi o kadar kolay ayırt edebiliyor. Bu özelliğin müzisyenler arasında yaygın olarak görülmesi çok da şaşırtıcı değil. Mozart'ta da vardı, Beethoven’de da. Peki, nereden kaynaklanıyor? Bazı araştırmalar, bu yeteneğin hiç de o kadar sıra dışı olmayabileceğine işaret ediyor. Araştırmacılar, Mandarin Çincesi ve Vietnam dili gibi tonal bir dil konuşan sayısız insanda mutlak kulak özelliğinin bir biçiminin (söyledikleri sözcükleri günler sonra aynı tonda yineleme özelliği) olduğunu keşfettiler. Bir diğer araştırmanın sonucunda, Rochester'daki Eastman Müzik Okulu'nda (New York) Asyalı olmayan birinci sınıf öğrencilerinin yüzde yedisinin mutlak kulak yeteneğine sahip oldukları anlaşıldı; oysa bu oran Pekin'deki Merkezi Müzik Konservatuarı’nın Asyalı Öğrencileri arasında tam olarak yüzde 63'tü.
Ancak mutlak kulak yeteneği ve dil arasındaki ilişki her şeyi açıklayamaz. Tonal dilleri konuşan tüm insanların mutlak kulak yeteneği olmadığı gibi, mutlak kulağa sahip olanların tümü de tonal dilleri konuşmuyor. Japonya' da bu özellik Batı'dakine oranla yaygın ve Japonca tonal bir dil değil. Belki de Asya toplumlarında, mutlak kulak konusunda daha yaygın bir genetik yatkınlık var. Ama Japonya'daki yaygınlığı konusunda daha akla yakın bir açıklama, Suzuki Yöntemi'yle eğitim alan bu küçük kemancıların örneğinde de görüldüğü gibi, Japon kültürünün erken yaşta müzik eğitimine verdiği önem olabilir.

Bebekler bilir
Bir bebeğin aklından neler geçiyor? Kuşkusuz bebekler düşüncelerini doğrudan iletemezler; aynı şekilde, bir MRI makinesinin içinde araştırmacıların beyinlerindeki etkinliği haritalamasına yetecek kadar uzun süre kıpırdamadan yatma olasılıkları da çok düşük. Araştırmacı Jordy Kaufman, Babylab'ta, bir bebeğin aklını okumak için dolaysız bir yola başvuruyor.
Kaufman, altı aylık bebeklerin tünele girip gözden kaybolan bir treni gösteren çizgi film kasetini izlerken beyinlerindeki elektrik etkinliğini elektrot başlıkları aracılığıyla kaydediyor.
Geleneksel davranış araştırmaları, bebeklerde nesne kalıcılığı duyusunun eksik olduğunu öne sürüyor.
Yani, buna göre, gözlerinin önündeki bir nesne bir anda ortadan kaybolduğunda o nesne artık yokmuş gibi davranıyorlar. Ancak Babylab'in ileri teknoloji ürünü "saç bonesi", trenin kayboluşunu izlerlerken bebeklerin sağ şakak lotalarında, görülmeyen bir nesneyi akılda tutmaları istenen yetişkinlerde gözlemlenen etkinlikle benzer nitelikte bir etkinlik patlaması kaydediyor. Tünel kaldırılıp içeride tren olmadığı gözler önüne serildiğinde ise nesne kalıcılığının ihlali elektriksel etkinlik bir anda yu¬karı fırlıyor; bu da, görsel kanıtlar aksine işaret etse de bebeklerin trenin zihinsel bir temsilini akılda tutmaya çalıştığına işaret ediyor. Bu, nesne kalıcılığının beyinde doğuştan bulunan bir özellik olduğu anlamına gelir mi? Belki de. Ama Kaufman aklın gelişimini, bebeklerin doğuştan eğilimlerinin, sırası geldiğinde özelleşmiş sinir ağlarını besleyen ve akort eden deneyimleri arayıp bulma konusunda onlara rehberlik ettiği, insan doğası ve sonradan öğrenilen becerilerin üretken bir etkileşimi olarak görmeyi tercih ediyor.
Örneğin yüzlere bakmak, ilkel beyin bölgelerini devreye sokan ve doğuştan gelen bir yatkınlık gibi görünüyor. Ancak araştırmacı Hanife Halit, üst şakak bölgesi korteksindeki bölgelerin yaşamın ilk yılı boyunca yüz tanımada giderek daha fazla uzmanlaştığını gösterdi. Normal bebekler ayrıca, bakışlarına karşılık veren yüzleri tercih ediyor.
Halit'in varsayımına göre, başlangıçta yüzlerle ilgilenme eğilimi olmazsa, bebeğin beyni, normal gelişmeye rehberlik eden sosyal etkileşimlerle güçlenme konusunda başarısız olabiliyor; bunun sonucunda da, otizmin ayırt edici özelliklerinden biri, yani sosyal uyarıcılara toptan kayıtsızlık ortaya çıkabiliyor.

Akıl oyunu
1980’lerin sonları gibi yakın bir tarihte, insan beyninin, bir bilim adamının deyişiyle "düşünce salgılayan" bir tür biyolojik bilgisayar olduğu düşünülüyordu. Artık beynin, bilgisayar benzetmesinin akla getirdiğinden çok daha biçimlendirilebilir ve esnek düzenli olduğu, her algı ve eylemle değişime uğradığı biliniyor.
Nöroplastisite (sinir hücrelerinin esneklik yetisi) alanında son on yılda edinilen göz ardı edilemeyecek kanıtlar, nöroloji profesörü Alvaro Pascual-Leone'nin körler üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda elde edildi. 1990'larm başlarında, Pascual-Leone ve meslektaşları, kör yetişkinlerin Braille alfabesini söktükçe, okuyan parmaktan gelen bilgiye tepki veren somatosensoriyel korteks bölgelerinin oldukça büyüdüğünü gözler önüne serdi. 1996'da araştırmacılar çok daha şaşırtıcı bir keşif yaptı: Duyarlılık kazanan parmaktan gelen bilgi, sadece somatosensoriyel korteksi değil, görsel korteksin bazı bölümlerini de harekete geçiriyordu. Kör yetişkinlerde gözlerin görmemesinden kaynaklanan uyarım eksikliği nedeniyle boş kalan sinir bölgeleri, beynin bir ucundan diğer ucuna uzanan yeni sinir bağlantılarıyla dolduruluyor olabilir miydi? Pascual-Leone, görme engeli olmayan insanların gözlerini beş gün boyunca bağlayarak bu düşünceyi sınıyor. İki gün gibi kısa bir süre sonra, fMRI taramaları, bu kişilerin parmaklarıyla belli görevler yerine getirdiklerinde, hatta ses tonlarına ya da sözcüklere kulak kesildiklerinde, görsel kortekslerindeki etkinlikte olağanüstü bir artış gösterdiğini ortaya koydu.
Bu, korteksin dokunma ve işitme bölgelerinden herhangi bir sinir bağlantısının çıkıp, görme duyusunun işlendiği alana doğru uzanamayacağı kadar kısa bir süreydi. Ve bağların çözülmesinden yalnızca birkaç saat sonra, görsel korteks yeniden yalnızca gözlerden gelen uyarıma tepki vermeye başladı.
Peki, beynin parmaklar ve kulaklardan gelen bilgiyle birdenbire "görme" yeteneği geliştirmesinin nedeni nedir? Pascual-Leone, bu duyulardan görsel kortekse uzanan bağlantıların orada zaten var olduklarını ancak gözler işlerini sorunsuz yaptığı sürece kullanılmadan duruyor olabileceklerini öne sürüyor.
Pascual-Leone, “Beynin duyu modaliteleri halinde düzenlenmemiş olabileceğini savunuyoruz" diyor. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca sinirbilimcilerin görsel korteks olarak adlandırdıkları, belki de özellikle gözlere ayrılmış bir alan değil; daha doğru bir tanımla, beynin, mekânsal ilişkileri en iyi ayırt edebilen alanı ve görevini yerine getirmek için elde ne kadar bilgi varsa onu kullanıyor.

İfadede aşırılık
Massachusetts Hastanesinden (Boston) nörolog Alice Flaherty, hemen hemen her sabah 04.30'da bilgisayarın başına geçip yazı yazıyor. Gün içinde karalama kâğıdına, tuvalet kâğıdına ve elinin altında hiçbir şey yoksa kendi derisi üzerine yazabiliyor. En iyi fikirlerin bazıları duş alırken aklına geldiği için orada bir sabit kalem bulunduruyor ve fayanslara yazıyor. Esin perisi tam onu pedal çevirirken yakalarsa diye bisikletine de bir kalem bağlamış.
Bu günlerde Flaherty'nin yazı saplantısı, kontrol edilemez bir dürtü olduğu kadar zevk de aldığı bir şey.
Ancak bu saplantı, 1998 yılında yaşadığı acı bir kayıptan sonra, erken doğan ikiz oğullarının ölümünün hemen ardından ortaya çıktı. Zaten üretken bir yazar olan Flaherty tam bir hipergrafi ayırt edici Özelliği yazmak (ve yazmak ve yazmak) için bastırılamaz bir itki duymak olan manik bir bozukluk vakası haline geldi.
Yazma eylemi, geçmiş yıllarda bu iş için harcadığı zamanın hemen hemen 20 kat fazlasını almaya başladı. Kendisine bir an olsun dahi rahat vermeyen bir şeyler yazma gereksinimiyle gecenin bir yansında kalkıyor, karanlıkta bir şeyler karalayarak çevresini üzeri yazılı not kâğıtlarının oluşturduğu yığınlarla dolduruyordu.
İkinci hipergrafi nöbeti, şu anda sağlıklı ve beş yaşında olan ikiz kızlarının doğumunun ardından geldi.
Flaherty'nin hipergrafıye yönelik hem mesleki hem de kişisel düzeydeki ilgisi, sonunda onu belki de hiç şaşırtıcı olmayan bir adım atarak bu konuda kitap yazmaya itti.
En kötü nöbetlerinin, doğuma eşlik eden hormonal kargaşa nedeniyle tetiklendiğini düşünse de, bu bozukluk daha yaygın olarak, manik depresif psikoz, mani ve diğer duygudurum bozukluklarının belirtilerinden biri. Genellikle bu bozukluk, dini konulara aşırı derecede yoğunlaşma ile en Önemsiz olayların bile derin anlam ve kozmik önem taşıdıkları yönündeki düşüncelere yol açabilen bir bozukluk olan temporal lob epilepsisiyle ilişkilendiriliyor.
Hipergrafi hastasının karşı konulmaz bir itkiyle sürekli yazması, ne yazık ki, yetenekte bir artışı da beraberinde getirmiyor.
Bununla birlikte şakak bölgesi lobunun hipergrafide oynadığı kilit rol, nöronların edebi yaratıcılığı ve genel anlamda yaratıcılığı ne derecede desteklediği konusunda bir pencere açabilir. Yaygın olarak kabul gören görüş, beynin sağ yarıküresinin daha yaratıcı, sol beynin ise daha mantıklı ve objektif olduğu yönünde.
Bu inanç bir yere kadar bir temele dayansa da, konuyu kesinlikle çok basite indirgiyor. Limbik sistemden beynin daha ilkel, duygusal bölümü geçen, beynin iki yanında bulunan şakak lobları ve alnın arkasındaki ön lob arasındaki bağlantılar, yaratıcılık açısından daha önemli olabilir.
Ön loblar, yeteneğin temelini oluşturan düşünce esnekliği ve çıkarım yapma açısından önemli olabilir ama dürtü ve motivasyon, şakak lobları ve limbik sistemdeki yapılar tarafından sağlanıyor.
Ve Flaherty, dürtüyle motivasyonun yaratıcı denklemde yetenekten daha önemli unsurlar olduğunu düşünüyor.
Bu, yazma açısından olduğu kadar yaratıcı etkinliğin her türü için geçerli.

Ruh Hali
Toyama'daki (Japonya) Oivasan Nissekiji Tapınağı'nda, Souei Sakamoto gibi Şingon Budistleri, zihinlerini odaklamak ve öz benliği geliştirmek için takigyo yapar, saatlerce buz gibi şelalaerin altında ilahiler söylerler.
Budistler, 2500 yıldır, yıkıcı duyguları zihin¬lerinden uzaklaştırıp daha duyarlı, mutlu bir ruh haline erişme yolunda kendilerine kılavuzluk eden bu tür katı eğitini yöntemlerini uyguluyor. Beynin plastisitesine ilişkin kanıtların sel gibi akmasıyla heyecanlanan Batılı sinirbilimciler arasında meditasyon tekniklerine karşı büyük bir ilgi başladı. Peki meditasyon, akılda gerçek anlamda bir değişiklik yaratabilir mi?
Araştırmacı Richard Davidson ve meslektaşları, son birkaç yıldır, Tibetli rahiplerin meditasyon sırasında ve dışındaki beyin etkinliklerini inceliyor. Davidson'ın grubu, daha önce, olumsuz duygulara yenik düşmeye eğilimli insanların sağ prefrontal korteks bölgelerinin, süreklilik gösteren bir etkinlik modeli sergilediğini göstermişti. Görece ılımlı bir mizaca sahip olanlarda ise bu etkinlik, sağ yerine sol prefrontal kortekste gözleniyordu. Davidson, deneyi, meditasyonda usta bir Tibetli lama üzerinde uyguladığında, rahibin etkinliğinin ana hattının, daha önce deneye katılanlarınkine oranla çok daha solda olduğu görüldü. En azından bu araştırmadan bir sonuç çıkarılacak olursa, bu lama yeryüzünün en mutlu insanıydı.
Davidson kısa bir süre önce, Wisconsin'deki bir yüksek teknoloji şirketinden bazı gönüllülerin prefrontal etkinliklerini test etti. Daha sonra gönüllülerin bir grubu sekiz haftalık bir meditasyon eğitimi alırken bir kontrol grubuna eğitim verilmedi. Ayrıca katılımcıların tümüne grip aşısı yapıldı. Araştırmanın sonuna gelindiğinde meditasyon yapanların beyin etkinliğinde, sola, yani "daha mutlu" ön kortekse doğru belirgin bir kayma saptandı. Meditasyoncularda ayrıca grip aşısına karşı daha sağlıklı bir bağışıklık tepkisi gözlendi; bu da meditasyon çalışmasının hem ruhsal hem de fiziksel sağlığı etkilediğini akla getiriyor.
Davidson gibi Batılı bilim adamlarının çalışmalarını yakından izleyen Dalay Lama, "Budist olmanız gerekmiyor," diyor. "Herkeste huzurlu, anlamlı bir yaşam sürme yetisi var."

Kaynak: National Geographic Türkiye Dergisi, Mart 2005
Beyin ve Duyu Organları
 
 
Beyin, duyu organları aracılığıyla bütün vücuttan bilgi alır; yani iç ve dış ortamdaki değişiklikleri duyular aracılığıyla algılar. bu sürece duyumsama denir. Deri, kaslar, gözler, kulaklar, burun ve öbür duy organlarından gelen bilgiler duyu sinirleri aracılığıyla sürekli olarak beyne iletilir. Beyin de aldığı bu bilgileri değerlendirerek, hareket sinirleri aracılığıyla kaslara gerekli emirleri gönderir.

Beyin kabuğunda, vücudun değişik bölümlerindeki hareket ve duyu sinirlerini denetleyen ayrı ayrı alanlar vardır. Örneğin ellerin hareketi ve duyusal algılaması beyin kabuğundaki ayrı bir alandan, bacaklarınki başka bir alandan denetlenir. İşitme ve görme alanları da ayrıdır. Bu alanların büyüklüğü, denetiminden sorumlu olduğu hareketin ya da duyunun hızına ve karmaşıklığına bağlıdır. Örneğin ellerin yapabildiği hareketler çok karmaşık ve hızlıdır; dolayısıyla, beyin kabuğunun el hareketlerini yöneten alanı geniştir ve çok sayıda nöronu içerir. Oysa hareketleri daha yavaş ve kısıtlı olan ayak bileği ile ayağı denetleyen alan daha küçüktür. Duyular için de aynı şey geçerlidir. Ellerin parmak uçları çok duyarlı olduğundan, nesnelerin biçimini ve öbür özelliklerini algılamak için elimizle dokunuruz. Bu bilgi sinirler aracılığıyla beyin kabuğundaki ilgili alana ulaşır. Ayak parmakları bu kadar duyarlı olmadığı için, topladığı bilgileri daha küçük bir alana gönderir. Beyinden vücuda dağılan sinirler soğanilikte çaprazlanarak yön değiştirdiği için, beynin sol yarımküresi vücudun sağ yanını, sağ yarımküresi de sol yanını denetler.

İnsanın bilinci ve çevresinde olup bitenleri anlaması, büyük ölçüde beyin kabuğunun sorumluluğunda olan çok karmaşık bir süreçtir. Gözümüzle bakar, ama beynimizle görür ve anlarız. Aynı şekilde, kulağımızla dinler, ama beynimizle işitiriz.
Merkezi Sinir Sisteminin İnce Yapısı
 
 
Sinir sisteminin ana işini yürüten hücreler, nöron (=sinir hücresi) denen özel hücrelerdir. Bu hücreler, istisnaları olmak üzere, bir gövde, ağaç gibi yan dallar (dendritler) ve bir de, bazen dallanabilen ve hücrenin “kararlarını” diğerlerine ileten, tek bir uzantı (akson)dan oluşurlar. Nöronlar, görevleri ve bulundukları yerlere göre çok değişik şekil ve kimyasal içerik farkları gösterirler. Hücrenin gövde kısmında bulunan çekirdek, hücrenin temel işlevlerini belirleyen ve DNA molekülü üzerinde kodlanmış halde bulunan genetik bilgiyi içerir. DNA üzerindeki bilgi, hücrenin bulunduğu ortama, ortamdaki değişimlere ve hücrenin iç çevresine bağlı olarak deşifre edilerek, hücre içi olayların meydana gelmesini sağlar. Bu şifre, bir insanın tüm hücrelerinde aynı olmasına rağmen, farklı hücrelerde farklı kısımları kullanılarak, hücrelerin farklı yapı ve işlev sahibi olmasını mümkün kılar. Çekirdekteki DNA molekülünden ihtiyaç anında çıkan bilgi, ribozom ve endoplazmik retikulum dediğimiz hücre içi organcıklarda, hücrenin işlevlerini düzenleyen proteinler haline çevrilir. Bu proteinler de, hücre içi olayları etkileyerek, hücrenin fonksiyonunu etkilerler.

Sinir hücreleri aynı zamanda birbirleri ile ilişki halindedirler. Bu sıkı ilişki, sinirsel işlevin temelini oluşturan bilgi akışını sağlar. Hücreler arası bu bilgi geçiş noktalarına SİNAPS adı veriyoruz. Sinapslar, değişik tip ve özelliklerde olmalarına karşın, hemen hepsi bilginin iletimi işlevinden sorumludur. Kısacası, nöronlar kendi aralarında bağlantılar kurarak, elektrik devrelerine benzer yollarla iletişim sağlayıp, beyin işlevlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ana elemanlardır. Elbette ki, bu elektriksel devre sistemi, herhangi bir insanın hatta bir sinir bilimcinin hayal edebileceği karmaşıklığın çok çok ötesinde bir karmaşıklığa sahiptir.


Genel olarak bir sinir hücresi, gövde ve dendrit (dendron=ağaç; lat.) dediğimiz gövde dalları aracılığıyla veriler “alır”. Bu veriler, hücre içindeki genel duruma ve gelen tüm verilerin toplam etkisine göre, akson dediğimiz, o tek, uzun ve ince uzantı vasıtasıyla, diğer bir hücreye aktarılır. Yani, nöron gövdesini ve gövdenin dallarını minik bir santral, aksonu ise, bilgiyi götüren bir telgraf teli gibi düşünebiliriz. Daha sonra, aksonla gönderilen bu bilgi, o aksonun dalları aracılığıyla bir veya binlerce sinir hücresine (veya kas ve salgı bezi hücreleri gibi diğer hücrelere) ulaştırılır ve bu hücreler, yine aynı mekanizma ile bu uyarının gerektirdiği işi yaparlar. Şimdi bu mekanizmayı biraz hayal etmeye çalışın ve ardından, sadece beyin kabuğu dediğimiz kısımda bulunan 4-5 milyar sinir hücresinin, birbirleriyle yapabilecekleri bağlantıların sayısını hesap edin. İşte vücudumuzda bulunan ve hayal sınırlarını aşan bir organizasyon örneği...

Sinir sisteminde sadece sinir hücreleri bulunmaz. Bunların yanında, kütle olarak merkezi sinir sisteminin yarısını oluşturan ve sayıca da yaklaşık sinir hücrelerinin on katı kadar sayıda bulunan yardımcı hücreler vardır. Bu hücrelere glia (=glue, yapıştırıcı) hücreleri diyoruz. Çeşitli tipleri olmasına karşılık, genel işlevleri, sinir hücrelerinin ve sinir sisteminin fonksiyonunu sürdürmesine yardımcı olmaktır. Oligodendrosit (az uzantılı hücre) denen hücreler de, merkezi sinir sistemi içinde, yan yana ve sıkı bir dizilim içinde seyreden aksonları, yani sinirlerin elektrik kablolarını, birbirlerinden izole eden, myelin kılıf dediğimiz bir kılıf oluşturur. Bu kılıflar, sinir tellerinin her birinin etrafını sararlar ve onların elektriksel olarak izole edilmesini sağlamanın yanında, iletkenliğini de artırırlar. Bir başka glia hücresi olan mikroglia (küçük glia), en küçük glia hücrelerindendir fakat, görevi, sinir sistemini yabancı madde ve mikroorganizmalara karşı korumaktır. Bu hücreler, fagositoz (=hücrenin yemesi) yapar, yani, yabancı maddeleri yiyerek yok ederler.

Astrosit (yıldızsı hücre; astroglia) dediğimiz glia hücreleri ise, sinir hücrelerinin beslenmesine ve kimyasal işlemlerine çok önemli yardımlarda bulunur.

Son yıllarda glia hücrelerinin sinir sisteminin işlevinde sanılandan çok daha önemli olduklarına dair bir çok çalışma yayınlanmaktadır. Glia hücreleri, başta haberci moleküllerin üretimi ve dönüştürülmesi gibi, sinir sistemlerin işlevleri için vazgeçilmez destekleyici görevler üstlenirler. Bunun yanında sinir hücrelerinin madde alış-verişinde bulundukları çevreyi de etkileyip değiştirerek, onların işlevlerinde belirgin değişikliklere yol açabilmektedirler. Hatta kimi araştırıcılara göre, bilincin oluşumu, epileptik süreçler ve diğer geniş hücre topluluklarını ilgilendiren olaylarda glia hücreleri, sinir hücrelerine göre çok daha önemli roller oynayabilmektedir. Sinirbilimlerinin gelişmesi ile birlikte şimdiye kadar hep arka planda kalmış olan bu hücrelerin daha etkin rollerle karşımıza çıkmalarını bekliyoruz.
Bu genel yapıyı kısaca inceledikten sonra şimdi biraz daha derine girelim ve sinir hücrelerinin nasıl haberleştiklerine kısaca bakalım.

SİNİR HÜCRELERİ NASIL HABERLEŞİRLER?
Az önce de belirtmeye çalıştığım gibi, sinir hücreleri arasında sinaps denen geçiş bölgeleri vardır. Buralar, hücreden hücreye bilgi (elektriksel sinyal) geçişinin olduğu yerlerdir. Elektriksel ve kimyasal olarak iki tip sinaps düşünebiliriz. Klasik anlamda bir kimyasal sinaps, sinir hücresinin ürettiği sinyali o hücreden diğerlerine taşıyan aksonun dallarından birinin uç kısmı ile, alıcı hücrenin etrafındaki hücre zarının birbirleriyle yaklaşması sonucu meydana gelir. Evet, gerçekten de hücreler birbirlerine gerçek anlamda temas etmezler. Sadece, çok ince bir aralık bırakacak şekilde yaklaşırlar. Hücrelerin etrafını kaplayan hücre zarı, bu sinaps alanlarında hafif değişiklikler gösterir. Bu değişiklikler, sinapslardan sinyal iletiminin sağlanabilmesi için gereklidir.
Kimyasal bir sinapsta, sinyalin bir hücreden diğerine geçişi, nörotransmitter olarak adlandırılan ileti maddeleri aracılığıyla olur. Bu ileti maddeleri, iletinin geldiği kaynak (presinaptik=sinaps öncesi) hücrenin aksonunun ucundan salgılanır. Bu salgılanma, elektriksel uyarının aksonun ucuna gelmesi sayesinde olur. Salgılanan bu ileti maddeleri, sinapsı oluşturan o iki hücre arasındaki ince aralığa salgılanmaktadır. Bu salgılanmayı takiben, çok hızlı bir şekilde, bu ileti maddeleri, karşıdaki hedef (postsinaptik=sinaps sonrası) hücrenin zarı üzerindeki uygun algaç (reseptör) moleküllerine bağlanırlar. İşte bu bağlanma, sebep olduğu çeşitli kimyasal olaylar sonucu, yeni hücrede bir elektriksel sinyalin doğmasına sebep olur. Çeşitli sinapslardan gelen verilerin toplanması veya bir sinapstan ardı ardına birkaç sinyalin yeni hücreye geçirilmesi ise, yüksek bir elektriksel potansiyel doğurur. Bu potansiyel, aksiyon potansiyeli adını alır ve işte bu potansiyel, diğer hücrelere aktarılmak üzere, akson vasıtasıyla gönderilen elektriksel sinyalin ta kendisidir.
İşte hücreler arası iletimi sağlayan mekanizma, kısaca bu şekilde işler. Bu sinyal geçişi, sadece sinir hücreleri arasında değil, kasılma emrini kas hücrelerine taşıyan sinir uçlarıyla kas hücreleri arasında ve bezlere salgı emrini veren uçlarla salgı bezi hücreleri arasında da mevcuttur. Küçük ayrıntı farklarıyla beraber, mekanizma benzerdir.

Sinapsların bir diğer önemli özelliği de “değişebilir” olmalarıdır. Bu durum, yakın zamanlarda ortaya konmuş bir mekanizmadır ve ilginç sonuçları vardır. Yani, iki (veya daha fazla) hücre arasındaki bu iletişim bölgelerini oluşturan hücre bölgeleri, aktifliklerini ve duyarlılıklarını ve hatta şekillerini değiştirirler. Bunun yanında, sinapslar, hücrelerin aktifliklerine bağlı olarak sürekli biçimde oluşup kaybolurlar. Yani sinaps dediğimiz bölgeler, hücrenin kolu-bacağı gibi sabit bir yapı değildir. Sürekli değişirler. Bunu, beyin fonksiyonları açısından düşünecek olursak, sinir hücreleri, her türlü aktiviteye bağlı olarak, aralarındaki bağlantıların sayılarını ve özelliklerini değiştirebilirler. Yani beyin, "her" yaptığı iş (aklınıza ne geliyorsa...) sırasında değişmektedir. “Düşünce düşüneni değiştirir” sözü, belki bu açıdan daha anlamlı hale gelmekte. Yakın zamanlarda, yaptığımız öğrenme deneyleri ile kendilerine bir şeyler öğretilen hayvanların, öğrenmeyle ilgili beyin bölgelerinden bazılarında, bu iletişim bölgelerinin sayısında artış olduğunu bulmuş olmamız, bu durumun bir başka göstergesi sayılabilir.
Beynin Yapısı ve Anatomisi
 
 
Basit yapılı hayvanların beyni kalınlaşarak kordon biçimini almış tek bir sinir lifinden oluşur. Genel kural olarak, gelişmiş hayvanların beyni basit yapılı hayvanlarınkinden, iri yapılı hayvanların beyni de küçük hayvanlarınkinden daha büyük ve karmaşıktır. Ama beyin büyüklüğünün zekayla hiçbir bağlantısı yoktur. İnsanlarda yetişkinlerin beyninin çocuklarınkinden, erkeklerin beyninin kadınlarınkinden biraz daha büyük olması yalnızca yaş, vücut ağırlığı ve cinsiyet farkından kaynaklanır.

Yüzeyi, yani beyin kabuğu insanda öylesine kıvrımlıdır ki, bu görünümüyle iri bir cevizi andırır ve kıvrımları açılıp yayılacak olsa bir yastık yüzü kadar geniş bir alanı kaplar.

Beynin birçok işi nasıl başardığını öğrenmeden önce yapısına yapısına göz atmakta fayda vardır. Çok karmaşık olan beynin yapısını tam anlamıyla anlatabilmek için ayrı bir kitap yazmak gerekir,bundan dolayı, biz onun yapısını sadece ana hatlarıyla ve basitleştirilmiş olarak anlatacağız.

Beyin kabaca üç bölüme ayrılır. Ark (yamuk) beyin, orta beyin ve ön beyin. Arka beyin, beyin sapı ve beyincik olarak ikiye ayrılır. Ön beyin ise ara beyin ,talamus ve hipotalamus olarak üçe ayrılır. Beynin yapısıyla ilgili olarak anlattıklarımızı aşağıdaki gibi sıralarsak anlaşılmaları daha da kolaylaşacaktır.

I ARKA BEYİN
A Beyin Sapı
B Soğanilik
C Köprü

II ORTA BEYİN

III ÖN BEYİN
a) Arabeyin
b) Talamus
c) Hipotalamus

Beyinin en büyük ve en önemli kısmı asıl beyindir. Fakat beyini incelemeye, beyin sapının omurilikte birleştiği, arka beyinin en alt kısmından başlayacağız. Bir beyin fotoğrafına bakıldığında, beyin sapı, beynin hafifçe kalınlaşmış bir devamı gibi görülür. Merkezi sinir sisteminin işleyişinde beynin diğer kısımları gibi beyin sapının da kendine özgü görevleri vardır. Beyin sapı ve köprü işbirliği yaparak kalp atışları, kan basıncı ve nefes alma gibi yaşamsal önemi çok büyük olan vücut faaliyetlerini kontrol ederler.

Beyincik beyin sapının tam arkasında kafatasının dibindedir. İçinde hareketlerimizi kontrol eden çok sayıda sinir elyafı bulunur. Beyincik, hareketlerin başlatılmasını değil, çeşitli kas hareketlerinin uyumlu bir şekilde yapılmasını sağlar. Ayrıca beyincik, iç kulakta bulunan ve vücut dengesini koruyarak devrilmemizi önleyen bir mekanizmadan gelen sinir elyaflarının son durağıdır. Arka beynin beyin sapının üstüne doğru genişleyen kısmına ‘‘köprü’’ adını ilk olarak veren, rönesans devrinin cerreh ve anatomistlerinden Costanzo Varoli’dir. Yüz kasları, çiğneme kasları ve dudak kaslarıyla yüz ve göz ifadelerini kontrol eden önemli kafa sinirleri buradadır.

ARA BEYİN:
Beyin sapının üst kısmında, ara beyin denen bölge yer alır. Ara beyin, bildiğimiz o kıvrıntılı beyin yarım kürelerinin iç kısmını dolduran bir çok farklı bölgenin oluşturduğu bir yapılar topluluğudur. Bu bölgeler, öğrenme, hafıza, açlık-susuzluk, vücudun iç dengesinin korunması, vücuttaki hormon sistemlerinin kontrolü, heyecanlar, duygusal tepkiler, duygulara göre vücudun iç ortamının düzenlenmesi gibi çok önemli fonksiyonlar yürütürler. Bu ara beyin bölgelerinin çoğu, az önce bahsettiğimiz, sıvı dolu beyin içi boşluklarının (ventriküllerin) etrafını sarmış vaziyette bulunur

LİMBİK SİSTEM
"Kabuk altı" (subcortical), ara beynin etrafında onu bir halka gibi saran, işlevsel bir birliktelik oluşturmuşlardır. Bu yapıya, özel olarak Limbik sistem (latince: limbus= halka, sınır) adı verilir. İşte bu limbik sistem içinde yer alan hippokampus, amigdala, forniks, mamillar cisim, septum, cingulat kabuk gibi yapılar, heyecansal ve temel zihni fonksiyonları yürütürler. Örneğin sinirlenince kontrolümüzü kaybetmemize sebep olan yapılardan en önemlisi, burada bulunan amigdallerdir; veya, öğrendiğimiz herhangi bir şeyi hafızaya almamızı, buranın bir üyesi olan hippokampus sağlar. Ara beyinde ayrıca, vücuda giden emirlerin düzenlenmesinin yapıldığı ara merkezler de bulunur.
 PSİKOLOG                                                                                                AHMET VURAL
 
  Bugün 26 ziyaretçi (32 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol